Hayatta gülünç, iğrenç ya da ağır zekalı görünmemize neden olan talihsiz olayları, kendi soğukkanlılığımızın ışığında, yolculuğun cilveleri olarak görmeliyiz. Şu dünyada hiçlikten hiçliğe ya da her şeyden her şeye giden biz yolcular (gönüllü olalım ya da olmayalım), yolculuğun dertlerini, arabanın sarsılıp durmasını pek önemsememesi gereken, sıradan seferileriz. Bu düşünceyle avunuyorum, belki kendi kendimi avutuyorum, belki de gerçekten beni avutacak bir şey var bunda. Ama zaten, üzerinde fazla kafa yormazsam, aslı olmayan avuntu elle tutulur bir gerçeğe dönüşüyor.

Hem sonra insanı avutan öyle çok şey var ki! Her zaman birkaç yarım bulutun salındığı o masmavi, o aydınlık ve dingin, derin gök var; kırlarda ağaçların sert dallarını oynatan, şehirde, dördüncü ya da beşinci kat pencerelerine asılmış çamaşırları sallayan hafif meltem var. Kah sıcak, kah serinlik var, hem sonra anılar da, pişmanlıklar ya da umutlarla, dünyanın/hiçliğin penceresinden sarkan sihirli bir gülümsemeyle hep geri gelir ve arzuladığımız şey, benliğimizin kapısını çalar, tıpkı Mesih denen dilenciler gibi.

Fernando Pessoa, Huzursuzluğun Kitabı

“Ve bitirmek başlamaktır. Son, başlayacağımız yerdir.”
~ Eliot