1996 yılındaydı, 55 yaşındayken artık kalabalıktaki en genç kişi olmadığımı ilk fark edişim. Bu ilk fark edişim, hepsi de çocuklarım hatta torunlarım kadar genç olan 25 ya da 30 kişiyle birlikte bulunduğum bir odada etrafıma bakmaktan başka herhangi bir şeye dayanmıyordu.

Bu görsel durum gelecek yıllarda yaşlanmanın gerçekten neye benzeyeceği konusuna ilgimi çekti ve kendimde zihinsel olarak uyarılı olduğum beden yaşlanmasından başka bir yaşlanma belirtisi bulamadım. Tam gün çalışabiliyordum –hatta yeni web sitesini yaptığımızda,  birkaç ay için haftada yedi gün bile, 20’li 30’lu yaşlarda olduğum zamankinden daha fazla dinlenme zamanı da kullanmaksızın.

O zaman hala Cumartesi sabahları apartman dairemi baştan aşağı temizleyebiliyor ve akşam için de birkaç arkadaşa yemek hazırlama enerjisi bulup gece yarısından sonraki saatlere kadar süren bu yemek partilerinden zevk alabiliyordum.  Bedenim orta yerinden biraz kalınlaşmaya başlamıştı ama bunu kontrol altında tutabiliyordum ve eğer yaşıma bakarsak –orta yaşlarda söylemesi zor-  kendime iyi görünüyordum (bu değişmedi).

Yaşlılık, sonra gelen 15 yılda beni yakaladı. Enerjim, dayanıklılığım azaldı.  Yüksek merdivenler ve dik yokuşlar problem oldu. 2006’ da New York’dan ayrılmadan önce özellikle dikkat ettim, alışverişten eve geldiğimde  daha önce taşıdığım kadar yükü birkaç kez dinlenmeden taşıyamıyordum.

Yaşlılığın diğer ortak kanıtları  da orda burada hayatıma yayıldı, erken uyuya kalmak; şafak sökmeden saatler önce uyanmak; iştah azalması (kilo verecek kadar değil);  saçlarımı kaybetmek; çenemde ve dudağımın üstünde kılların çıkması; ellerimde yaşlılık lekeleri; dirseklerimin iç kısmına yakın yerlerde y- şeklinde uzayan kırışıklar ve özellikle de genel bir yavaşlama. Bir zamanlar yapılması gereken işler olduğunda yorgunluğu aşmak için sahip olduğum rezervin eksikliği.

Gerçekleri kabul etme konusunda her zaman iyi olmuşumdur, dolayısıyla çalışıyorum örneğin, günlük programımda uyku zamanımı daha geç saate almaya. Artık, bütün alışverişimi tek seferde ikinci kattaki apartman daireme taşımamaya; iki sefer yapıyorum, bazen de üç. Değiştirilemeyecek şeyleri  -bir tanesi,  yaşlılık lekeleri-  kabul edip, devam ediyorum.  Onlar konusunda dövünerek bir şey elde edilemez.

Fakat tepem atmış durumda.

Pazartesi günü, nakliyat şirketi eşyaların konacağı kutuları dağıttı. Tüm daireyi toplamak için dört haftam var ve temizliğe Pazartesi günü atılacak eşyalar çekmecesini ayıklayarak başladım. Birçok insanın mutfakta bir  atılacak eşya çekmecesi vardır. Benim bunlardan dört tane, artı çalışma masamda iki tane ve çeşitli sehpalarda ve evrak dolabında da dört ya da beş tane daha var. Çok fazla atılacak eşya.

Sırtımda bir sancı varken  çekmece  ayıklamak için  alçak bir dolaba eğilmiş olarak  on dakikadan fazla durmadım.  Ayağa kalktığımda daha çok ağrıya dönmüş gibiydi ve çöp kutusunu diğer odaya taşırken de tam bir ağrı.

O ne..?

Sabahtı. Uyanalı üç saatten fazla olmamıştı; hala bir dolu enerjim vardı. Ancak, ağrı geçmeden önce bir sandalyede on beş dakika oturmak zorunda kaldım.

Genelde bedenime iyi bakarım; sağlıklı beslenirim, çoğu günler dışarı çıkar yürürüm ve günlük gerdirme hareketleri ve egzersiz rutinim vardır. Bedenimi kötü kullanmam ve çabamın karşılığını da biraz beklerim. Ancak, görünen o ki, bedenim ve ben eşzamanlama içinde değiliz.

Eşyaların kutulanması çok fazla eğilme, uzanma, gerilme gerektiriyor ve bu iş on dakika çalışıp, onbeş dakika dinlenmeyle hiçbir zaman bitmeyecek.

Pazartesiden beri buna çok fazla kafa yoruyorum ve önümdeki dört hafta içinde bedenime zarar vermeden, aynı zamanda da çıkmam için  verilen tarihte taşınma işini bitirmek için bazı yollar geliştirdim. Ancak fazladan dikkatli olmam gerektiğinden mutlu değilim ve bu bana haklı  da gelmiyor. “Yalnızca” 69 yaşındayım ve bahse girerim ki, Darlene Costner ve Millie Garfield’in ki , ikisi de benden yaklaşık 15 yıl öndeler, bu konuda söyleyecekleri bazı  veciz sözleri vardır.

Ronni Bennet, Time goes By

“Her yaş büyüleyici olabilir, içinde yaşamanız koşuluyla.”
~ Birgitte Bardot