Her yaşam aşaması kendisiyle birlikte, görünen ya da görünmeyen bir korku dizisi getirir.

Dört yaşındaki tombul yanaklı oğlan karanlıktan korkabilir; onu evde bırakıp giden anne ve böcekler ve yan komşudaki büyük köpek. Çocuk yuvasındaki ilk günün de kendi korkuları vardır: “Öğretmen adımı nasıl bilecek?”; “Tuvaletin nerede olduğunu bilmeyeceğim.” ; “Bazı çocuklar yiyeceğimi alırsa ne olacak?”. Gerçekten de dört ya da beş yaşında bir çocuk için korkutucu.

Çocuk yuvası yılları hemen buluğ çağı yılları olur ve başka bir korku seti yüzeye çıkar. “Diğer çocuklar benim bir kaybeden olduğumu mu düşünecek?”; “Bu giysi aptalca mı görünüyor?”; “Bu raporu vermezsem Mr. Larson beni mimler mi?”

Buluğ çağı birçok kişi için evlilik yıllarına gider ve daha da başka korkular getirir. Heyecanlı gelin gelinliğinin zamanında yetişip yetişmeyeceğinden korkar, ya da birkaç kilo almıştır, gelinliğinin artık uymayacağından korkar. Damat yüzükleri kaybetmekten korkar ya da büyük gün geldiğinde nerede duracağını unutmaktan.

Olgunluk –bazıları yaşlılık diyor- gelir ve korkunun yüzü bir kez daha değişir: “Kırışıklıklar bunlar mı?”; “Bu beyaz saç mı?”; “Bu tartı doğru olamaz!”

Bu yaşam aşamalarından ve onlara eşlik eden korkulardan kurtulmuş olarak ben şimdi son boomer aşamasına geldim ve korku yaşamımdan hemen hemen tamamen kayboldu. Gittiğim her yerde tuvaletin nerede olduğunu biliyorum; yalnız yaşıyorum ve yiyeceklerimi elimden alacak kimse yok; kırışıklarımla birlikte o kadar uzun zamandır yaşıyorum ki, eski bir arkadaşım gibiler. Ve artık saç boyamak bedeline değmez; yalnızca olduğum gibi yaşıyorum.

Benim bitmez tükenmez korkum şimdi Alzheimer hastalığı yüzü giyindi. Ve ben bu yüzü iyi biliyorum. Tatlı, nazik  genç kız kardeşimi Alzheimer hastalığından dolayı 55 yaşında aile çemberimizden koparken izledim. Benden büyük erkek kardeşimin bu hastalıktan ölmeden önce zihinsiz bir bebek durumuna gelişini gördüm. Ve bir diğer sevgili kız kardeşim bu hastalığın birçok belirtisine katlanıyor.

Bu aile geçmişim nedeniyle istatistikler bana Alzheimer hastalığı geliştirme riskim olduğunu söylüyor. Ancak istatistikler bu hastalığı uzak tutmak için çok fazla şey de yapabileceğimi söylüyor. İyi bir beslenmeyle birlikte zihni işlek tutmanın bu hastalığa karşı büyük bir engel oluşturduğuna inanılıyor. Dolayısıyla, zihnimi meşgul etme benim şimdiki bir numaralı işim.

Oturduğum yerdeki kütüphaneler okuma sevgimi doyuruyor ve her sabah kapıma bırakılan iki gazeteyi okuyorum. Zihnimin bu gazetelerdeki üç bulmacayı ve internetdeki sayısız kelime bulmacalarından bazılarını çözmesini bekliyorum.

1976’dan beri üstünde çalıştığım aile şeceremdeki boşlukları doldurmama yardım için bilgisayarım fazla mesai yapıyor. Ve bana inanın ki, şecere çıkaran bir insanın beyni isimlerle tarihleri birbirine denkleştirmeye çalışarak zihinsel bir egzersiz yapıyor.

Seyahatin zihni geliştirdiği söylenir. ABD ve Avrupa’daki geziler bana çok zevk vermiştir. Belki, zihnin seyahatteyken, uçuş zamanlarını, otel oda numaralarını ve doların yabancı paralar karşısındaki değerini hatırlamaya çalışmak zorunluluğu, sağlıklı bir zihinle Alzheimer arasındaki zamanı açmaya yarayabilir.

Yatak zamanı zihnim için her zaman dinlenme anlamına gelmez; zihnimi düzenli saatlere alıştırmam. Kağıt ve kalem daima yatağımın yanındaki masanın üzerindedir, yeni bir şiir ilhamı gelmişse eğer en iyi çalışma saatleri sabahın erken saatleri olduğundan. Genellikle tam doğru kelime ya da doğru satır ya da doğru başlık beni gecenin karanlığında yazmaya çağırır.

Eğer bir gün Alzheimer hastalığı kapımı çalacak olursa, onunla, zihnimi elimden geldiği kadar uzun bir süre bir bütün olarak tutmaya çalıştığımı bilerek yüzleşeceğim.

Anna Petrick,  www.wellpast50.com

 

 

“Ve bitirmek başlamaktır. Son, başlayacağımız yerdir.”
~ Eliot