Geçen Cumartesi İlginç Şeyler İleti’sinde bir insanın kendi ölümü üzerinde düşünüp kafa yorması konusunda BBC Dünya Servisi radyo programını, The Forumu, önerdim.

Bu programı dinlediğimden beri orada açıklanan fikirlerden ve şovdan uzaklaşmayı başaramadım,  belki de çocukluğumdan beri hemen hemen hergün kendi ölümümü düşündüğümdendir. Diana Athill’in bu programdan yaptığı “Money quote”  benim deneyimlerim bakımından yeni değil:

“O konuda (ölüm) çok derin düşündüğünüzü sanmıyorum ancak onu oldukça düzenli olarak düşünmek zorunda olduğunuzu sanıyorum. Biri ‘ölüm konusunda her gün 15 dakika kadar düşünürsünüz’ dedi. Sanırım bu abartmaktır, ama kendi kendinize oldukça düzenli olarak ‘Ölüm konusunda ne düşünüyorum?’ demeniz sizi bu fikre alıştırır ve artık ondan korkmazsınız.

Bu bende işe yaradı.

Dokuz ya da on yaşlarımda yatağa uzanmış, kalbim dakikada milyonlarca kez atarken zorlukla soluk aldığımı ve bir gün artık olmayacağımı bilme korkumun çok büyük olduğu bir geceyi hatırlıyorum.

Bu karabasanın çocukken beni uyandırması ne ilk ne de sondur. Bu sürekli yaşadığım bir endişeydi, aslında terördü ve o zaman bir gün kendimi bu korkudan kurtarmaya karar verdim çünkü hep yaşamanın bir yolu yoktu ve ölümden her gün çok korkuyordum.

O yıllar dinsel öğreti yıllarıydı ama çocuk olarak bile hiçbir zaman cennet ve cehennem fikrini kabul etmedim. Eğer, bana öğrettikleri gibi, tanrı bizi kendi suretinden yarattıysa ve koşulsuz seviyorsa hangi günahları işlemiş olurlarsa olsun onları cehennem ateşine nasıl gönderdiğini anlamıyordum. Ve seven hiçbir tanrı cenneti söylendiği gibi sıkıcı yapmazdı. Yüzmek ya da bisiklete binmek için nereye gidecektim?

Böyle düşünceler dini inançlarımı ve öte dünya düşüncemi neredeyse sona erdirdi.

Çocukluğumdan beri ölüm ve yaşam hakkındaki ipuçlarını çoğunlukla etrafımdaki – her gün gördüğümüz- dünyadan alırım. Bir tohum filiz verir, bir çiçek göz kamaştırıcı bir şekilde açar, solar ve ölür. Bir havuç büyür, yaşamını devreder, böylece kaderini yerine getirir.

Hayvanlar da sonunda toprağa döner ve ben yıllarca ölüm üzerine bunlar ve binlerce diğer düşünce üzerinde kafa yorduğumdan insanlar için bunun farklı olmasını düşünmek için bir neden görmedim, görmüyorum.

Ancak, bizim için farklı olan, bitkiler ve hayvanlara benzemeksizin, biz gelecekteki yıkımları biliyor olmamız – her ne kadar bazen o kadar emin olamasam da. Belki bizim algılayamadığımız şekillerde onlar da anlıyor ve kabul ediyor.

1996’da kedim Beau Bennet kollarımda öldü. Son haftasında yiyeceğe bir ilgi göstermedi ve artık yürüyemedi ama benimle olmak istediğini açıkça göstermede zorluk çekmedi.

Geçirdiğimiz bütün harika zamanlarımızı hatırlayarak,  son birkaç gün ve gecede mümkün olduğunca sessizce beraber oturduk, Beau’nun ne yaptığını bilmediğini kim söyleyebilir. Bilmiyorum ama onun hayatının sonu olduğunu anladığını ve bunu kabul ettiğini düşünmeyi seçiyorum.

BBC şovunda şair Paul Muldoon bir keresinde uçaktayken uçak  düşecek gibi olduğunda hissettiği bir ”ebedi uyku duygusu” öyküsünü anlattı. Kesin bir ölüm durumu karşısında, ölümünün “okey” olduğunu söyledi.

Benzer bir şey de bana oldu; Birkaç yıl önce bu blogda onu yazdım:

Arkadaşım Sandy’le New York’da Bleecker Caddesinde bir şey anlatarak yürürken geriye bir adım atıp kolumla geniş bir hareket yaptım. Kaldırım yerine bir depo girişinin boşluğu varmış – kaldırımda büyük, kare bir boşluk.

Geriye düşerken tek kolla binaya tutunmayı becerdim ve aşağıda pek çok dik beton merdiven gördüm. Bedenim yere çarptığında neredeyse ölecektim.

Sandy öteki kolumu yakaladı ve çekmeye çalıştı ama tabanları kayan yeni düz sandallar giyiyordu dolayısıyla ayakları yere tutunamadı. Binadaki kolum da kayıyordu ve on saniyeden kısa bir süre içinde kör, paralize eden bir korkudan (oh, kahrolsun,  şimdi öleceğim) mükemmel bir sukuna ve kabule (tamam, bunu yapabilirim) doğru gittim.

O zaman ölüme razı olup duvarı bıraktım.

Fakat bir mucize oldu (mucizeler için bir tanrı gerektiğini sanmıyorum.) Arkadan  iki güçlü kol beni yakaladı ve yavaşça, bir dirsek sıyrığı hariç, güvenli ve devam eden bir yaşama doğru çekti.

Ölümü düşündüğüm zaman şimdi genellikle aklıma gelen o mükemmel sükun ve kabul anısı. Ölüm korkumu yenmek için yaşam boyu uğraşmamın mı bu sonucu doğurduğu konusunda hiçbir fikrim yok ve her an gelebilecek ölüm karşısında böyle duygularda yalnız olmadığımı bilmem bunu açık bir soru haline getiriyor.

BBC şovu insan varlığının bu en büyük trajedisi konusunda neredeyse hiç kimsenin konuşmaması bakımından önemli. Ölüm konusunu getirmek sosyal bir falso. Onu halktan saklamak için çok uzaklara gidiyoruz. Artık hemen hemen kimse evde ölmüyor ve pek az aile ölünün başında bekliyor, ve kesinlikle geçmişte yapıldığı gibi diğer insanların ceset başındaki olan katılımıyla değil.

A.B.D. de cenaze yöneticileri – ki onlara, daha dürüst zamanlarda, ölü kaldırıcı, cenaze levazımatçısı denirdi-  şimdi ölü kişiyi olaydan etkin bir şekilde uzaklaştıran keder danışmanları.

Dolayısıyla, bu konuyu öne ve merkeze ve böylesine düşünceli katılımcılarla çıkardığı için BBC’ye tebrikler. Ben? Her gün ölümüm hakkında düşünmeyi sürdüreceğim ve zamanım geldiğinde Bleecker Caddesinde hissettiğim cesareti toplamayı umacağım.

http://www.timegoesby.net/weblog/2011/10/contemplating-my-death.html

“Uzun bir ömür için dua eden fakat yaşlılıktan korkan aptallarız.”
~ Çin Atasözü