ending agingYAŞLANMAYI DURDURABİLİRİZ (8)*

ÇEKİRDEK MUTASYONLARI ve KANSERİN TÜMÜYLE YENİLMESİ

Mitokondrilerimizdeki az bir miktarı bir yana bırakacak olursak, DNA’mızın tamamı hücrelerimizin çekirdeğinde bulunur. Tıpkı mitokondriyal DNA gibi, yaşam boyunca biriken hasarlara uğrar ve bu durum, teorik olarak sayısız sağlık sorununa yol açar. Bununla birlikte, inanıyorum ki pratikte bunlardan sadece bir tanesi – kanser – , normal diye tanımladığımız bir yaşam süresi içinde ortaya çıkar. Dolayısıyla, eğer kanseri gerçekten tümüyle yenebilirsek, çekirdek mutasyonları zararsız olacaktır. SENS’in en cüretkâr bileşeni de budur – kanseri tümüyle yenmek için bir yol.

Genleriniz, zaman içinde biriken bir sürü hasara uğrar. Çekirdekteki DNA, sürekli olarak yapısına yönelik saldırılarla karşı karşıyadır. Her hücrenin çekirdek DNA’sı, ultraviyole radyasyondan çevre kirleticilere ve kendi metabolik süreçlerinin yan ürünü olan serbest radikallere kadar, günde bir milyon civarında isabet alır. Ayrıca, yepyeni DNA’nın da sapasağlam olması gerekmez. Hücre kendini kopyaladığı zaman, hücrelerin genetik bilgilerini kopyalayan mekanizmanın yaptığı hatalar, çoğunlukla değişik ciddiyet derecelerinde üretim hatalarına yol açar.

Bu hataların çoğu sistemin gelişmiş DNA kalite kontrol sistemi tarafından çabucak düzeltilir, fakat bazılarının doğası, düzeltilmeye uygun değildir. Diğer bazı hasarlar, potansiyel olarak onarılabilir nitelikte olmakla birlikte, eğer hücre onarımdan önce bölünürse silinmez hale gelir. Böyle kalıcı değişikliklere mutasyon adı verilir ve sperm ve yumurta hücreleri (ve ataları) dışında kalan yerlerde meydana gelen mutasyonlar o organizmanın soyuna geçmemekle birlikte, meydana geldikleri hücrede ve onun neslinde kalıcı hale gelirler.

Rastlantısal, rasgele bir şekilde meydana geldikleri ve kalıcı oldukları için, mutasyonlar yaşa bağlı olarak birikir ve dolayısıyla anti-aging mühendisinin kullandığı tanım uyarınca yaşlanma hasarı olarak nitelendirilmeye hak kazanırlar. Bu demektir ki, vücudun zaman içinde patolojiye doğru adım adım ilerlemesini durdurmak istediğimiz takdirde, bunları ya düzeltmemiz ya da zararsız hale getirmemiz gerekecektir.

İnsan hücre çekirdeği, hemen hemen bütün genlerimizin iki kopyasına sahiptir; bir kopyanın (haploid genom) toplam büyüklüğü yaklaşık 3 milyar DNA harfidir. Bunun tam olarak ne kadarının vücudu inşa etmeye ve düzenlemeye yarayan gerçek komutlar olduğu tartışılabilir, fakat kesin olan şey bir harfte meydana gelecek olan bir hasarın bir kelimenin yanlış yazılmasına, bunun da hücrenin işlevselliğine zarar verecek bir bilgi kaybına yol açabileceği pek çok yerin mevcut olduğudur. Bu, onarma ihtiyacı duymayı bekleyebileceğimiz pek çok potansiyel hasar anlamına gelmektedir.

Sorun, bu işin bu kadar çok sayıdaki farklı gen için nasıl yapılacağıdır. Hasarlı bir geni onarmak amacıyla kullanacağımız herhangi bir mekanizma, sağlam bir genin hasarlı bir genden nasıl ayırt edileceğini bir şekilde bilmek zorundadır. Teorik olarak, eğer DNA onarım sistemimiz hücrenin içindeki genetik bilgiden bağımsız bir şemaya göre işliyor olsaydı, bu sorunu çözebilirdik.

Çekirdek mutasyonlarının bir yaşlanma sebebi olduğu görüşünü güçlendiren şey, ebeveynlerimizden miras aldığımız mutasyonların, aralarında kanserden kalp krizine ve Alzheimer’a kadar varıncaya kadar çeşitli yaşa bağlı hastalıkların da bulunduğu bir dizi hastalık açısından önemli birer etmen olmasıdır. Aynı şey, gelişimin çok erken aşamalarında, sonunda bir insan vücuduna dönüşecek olan hücre yumağının içinde çok az sayıda hücre varken ve bu hücrelerden sadece bir tanesinde ortaya çıkabilecek bir DNA hasarının varlığımızın hemen hemen tamamına bulaşabileceği bir sırada meydana gelen mutasyonlar için de geçerlidir.

Fakat biz doğduktan, yani zaman içinde yeni mutasyonlar meydana gelmeye ve birikmeye başladıktan sonra, dolayısıyla çekirdek mutasyonlarını yaşlanma hasarının bir türü olarak (yaşlanma hastalıklarına karşı doğuştan gelen bir yatkınlık kaynağı olarak değil) irdelememiz gerektiği zaman, durum epeyce farklıdır. Bunun sebebi, mutasyonların bir hücreden diğerine yalnızca ikinci hücrenin DNA’sının aslında birinci hücreninkinden türemiş olduğu, yani yalnızca bir hücrenin bölünerek DNA’sının bir kopyasını yavrusuna aktardığı durumda yayılmasıdır.

Kuralı Doğuran İstisna

DNA mutasyonlarından çok fazla endişe etmeme nedenlerinden birinin hücre için gerçekten zararlı olanların dahi görece önemsiz olmaları ve önemli olmaları durumunda da yol açtıkları hasarın çoğunlukla birkaç hücre ile sınırlı kalması, böylece işlevsizliklerinin yol açtığı herhangi bir boşluğun dokudaki diğer hücreler tarafından doldurulabilmesi olduğunu anlatmıştım. Fakat tabii ki, bu kuralın son derece önemli bir istisnası bulunmaktadır. Kanser. Kanser, tanınmış bir çekirdek mutasyonu hastalığıdır ve kanserin ortaya çıkışı da açıkça yaşa bağlı olarak artar.

Önce, kanserin bu kadar korkunç bir düşman olmasının nedenlerinden birinin, çok sayıda değişik mutasyonun kanser sürecine katkıda bulunabilmesi olduğunu hatırlayalım.

Kansere karşı etkin tek savunma, sahip olduğumuz her bir genin bütünlüğünü güvence altına almaktır.

Yaşlanmayan bir organizma inşa etmek açısından kanser, sözleşmeyi bozacak ihlallerden biridir. YAŞ’ın hücresel kelepçelerini parçalayabiliriz, beyinlerimizi ve kalplerimizi amiloid ağlarından kurtarabiliriz, lizozomlarımızın kirli köşelerini temizleyebiliriz, falan, filan – fakat bu hastalığa bir çare bulmayı başaramadığımız takdirde, hâlâ seksenli yaşlarımızın ortalarında ölmeyi bekliyor oluruz.

Eğer popüler basında yayımlanan Kanserle Savaş konusundaki gelişmelere ilişkin yazıları izliyorsanız, şu anda olmanız gerekenden çok daha az endişe içinde olabilirsiniz. Medya, onlara bilgi aktaran bilim insanları ve bürokratlarla birlikte, kanser tedavisi konusundaki her gelişmeyi (daha doğrusu, her gelişme olasılığını) borazanla duyurmaya bayılır. Yeni kanser tedavileri hakkında o kadar çok duyuru yapılmaktadır ki, insanın aklına kanseri yeneceğimiz güne çoktan ulaştığımız gelebilir.

2003 yılında, Ulusal Kanser Enstitüsü Direktörü Dr. Andrew von Eschenbach, örgütü için hırslı fakat gerçekçi (kendisi öyle diyordu) bir vizyon ilan etti. Kanserden kaynaklanan sıkıntıları ve ölümleri 2015 yılına kadar ortadan kaldırmak.

Ben bu hedefin bir hayalden ibaret olduğunu ve sadece içerdiği varsayımlarda mevcut kusurları anlamakta içine düşülen bir başarısızlıktan kaynaklandığını düşünüyorum. Birincisi ve epeyce açık bir şekilde bu “kanseri tedavi etmek” anlamına değil, kanserlerin çoğunu ortadan kaldıracağımız ve diğerlerini de kontrol altına alacağımız, böylece insanların kanserle birlikte yaşayabileceği  – kanserden ölmeyeceği – anlamına gelmektedir.

Eğer yapılabilirse, bu mükemmel şekilde akla yatkın bir hedeftir. Kanseri günümüzde yetişkinlikte başlayan diyabet ile aynı düzeyde – hastalığın mevcut olduğu, fakat hastaların normale yakın bir yaşam sürmelerine izin verecek kadar iyi yönetildiği – kontrol altında tutmak, insanların korkunç bir hastalık nedeniyle karşılaştığı ıstırap ve ölümü muazzam düzeyde azaltacaktır.

Kanseri kendisinden bu kadar korkulan bir düşman haline getiren şey ise, tam tersine sürekli olarak evrim geçiren bir hastalık, kendisini kontrol etme girişimlerimizi boşa çıkartmak için sürekli olarak yeni ve daha iyi yöntemler bulan bir genetik deha yuvası olmasıdır. Kanseri kronik bir hastalık düzeyine indirmek, sadece doğal seçimin temellerini tümüyle göz ardı ederek ileri sürülebilecek olan bir görüştür.

DNA, telomer adı verilen anlamsız ya da gürültü bir DNA parçasına sahiptir. Telomerler, genlerimizde tıpkı müzik kasetlerindeki üstüne kayıt yapılamayan kılavuz bant parçalarının yaptığı görevi yapar. Kasetçalara (DNA kopyalama mekanizması) tutunacak ve ilerleyecek bir şey verir ki makine kasetteki ilk şarkının (gen) başındaki önemli bilgileri atlamasın.

Telomerler ve kaset kılavuzları arasındaki önemli bir fark, bant sağlam kaldığı sürece kılavuz bandının da sağlam kalması, buna karşın telomerin hücre kendini kopyaladığı veya serbest radikaller gibi hasar verici maddelerle temas ettiği her seferinde birazcık kısalmasıdır. Eğer telomeraz olmasaydı, yavaş yavaş meydana gelen bu kısalma, yaşam süresi içinde kendini sık sık kopyalayan hücrelerde telomerlerin tamamen ortadan kaybolmasına ve bu sefer genin yavaş yavaş erozyona uğramaya başlamasına yol açardı. Telomeraz, telomeri düzenli aralıklarla, kritik derecede kısa hale gelmeden önce tekrar uzatır.

Telomeraza gerek duyulmamasının böylesine yaygın oluşu, evrim tarafından kansere karşı savunmamızın önemli bir bileşeni olarak kullanılır, çünkü telomerlerimizin boyu ve yenilenmeleri için mevcut olan bu kısıtlama, hücrelerimizin kendilerini sonsuza kadar kopyalamasına – kanserin belirgin işareti – engel olur.

Devam edecek...

*Aubrey de Grey ve Ph. D., Michael Rae, 2010: Yaşlanmayı Durdurabiliriz (Ending Aging) -Kendi Yaşam Sürecimiz İçinde Yaşlanmayı Tersine Çevirebilecek Gençleştirme Devrimleri – ODTÜ Geliştirme Vakfı Yayıncılık ve İletişim A.Ş. Yayınları. Çeviren: Engin TARHAN. Özet: Halit Yıldırım

“Yaşlılık korkakların yeri değildir.”
~ Bette Davis