200-300 yıl içinde bilinmeyeceksiniz bile. 300-600 yıl daha geçti. Hiç var olmadınız.

200-300 yıl içinde bilinmeyeceksiniz bile. 300-600 yıl daha geçti. Hiç var olmadınız.

Tık… gidiyor harika ses.

Tık…işte gene.

Ah, neşeli ses!

Ah, o harika ses!

Tık… Ah,  o nahoş ses!

Ah, o yıkıcı ses!

Tık… aldırmayız.

Tık… ihmal ederiz.

Tık…taşıdığı ağırlık!

Tık… ama endişe etmeyiz.  Boş veririz.

Tık… değerini, bedelini  yok sayarız.

Tık… o bir saniye, herkes için öyle farklı ki. O aynı an ama öyle çok farklı ki herkes için.

Saatin o tek tıkında, bir adam annesinin ölümü üzerine ağlıyor… öyle üzücü. Aynı an, bir adam evleniyor.. öylesine mutlu! Aynı an, yaşlı bir adam gülümsüyor ölmek üzere olduğunu fark ettiği için… öylesine başka.

Bir adam baba olur… öyle sevindirici!

Bir adam bir yarın kenarında duruyor… öyle kötü.

Bir adama patronu bağırıyor… öyle korkutucu.

Bir ergen kızı annesi azarlıyor… öyle can sıkıcı.

Ünlü bir yazar diğerlerince engellendiğini anlıyor… öylesine kaybolmuş.

Bir adam karısına bir hediye alıyor… öyle aşk dolu.

Bir bekar oturmuş televizyon izliyor… öylesine yalnız.

Bir erkek katil oluyor…öyle suçlu.

Bir çocuk pislik yerken yakalanıyor… öyle utanmış.

Bir çocuk bir kitap bitiriyor… öyle coşkulu.

Bir öğretmen öğrencilerinin ev ödevlerini kontrol ediyor… öyle kızgın.

Tık, ama aldırmıyoruz.

Tık, endişe etmiyoruz.

Tık,  anlamıyoruz, yalnızca daha çoğunu diliyoruz.

Asla değerini bilmeden, ‘saniyenin ağırlığını’ algılamadan.

Bir gün, zamanımız bittiğinde, hatamızı anlayacağız. Ancak, o zamana kadar, çok geç olacak. Bir hastane yatağında yatarken tıpkı adını bile bilmediğiniz büyük- büyük- büyük- büyük şey gibi yok olacaksınız; zamanın derinliklerinde yok olacaksınız.

Varsayın ki hemen şimdi ölüyorsunuz, ne olacak?

Kesin, aileniz ve her olası akrabanız ‘zamansız’ ölümünüz için ağlayacak. Evet, gömülecek ya da yakılacaksınız ancak sonra ne olacak?

Hatırlanacaksınız, ancak sonra yavaşça, zaman geçtikçe, daha az hatırlanacaksınız. Dakikalardan günlere, yıllara yavaşça unutulacaksınız. 200-300 yıl içinde bilinmeyeceksiniz bile.  Hatta insanlar eskiden sizi hatırlamış olsalar bile sizi nasıl bilecekler? Siz yalnızca birinin  kıyıdan köşeden büyük-büyük-büyük birisiniz. Ama sizi bilmeyecekler, ne de ilgi duyduğunuz şeyleri, sevdiklerinizi ya da sevmediklerinizi.  Zaman nehrince yutulacaksınız. Bir seferde bir tık, kimliğinizi silerek, sizi silerek. Bir 300-600 daha geçti. Hiç var olmadınız.

Ürkütücü, değil mi? Sihirli sözcüğe bak!

Abra, ölürsünüz.

Kadabra 500 yıl geçer.

Alakazam! Artık var değilsiniz.

Kuşkusuz, fatihler, akademik dehalar vb. gibi hatırladığımız insanları konu edebilirsiniz ama onlar hatırlanmak için bir şeyler yapmışlardır.

Büyük İskender fetihler yaptı, Aristo keşfetti, Picasso resim yaptı, Shakespeare yazdı.

Ama siz, siz bir şey yaptınız mı?

Yapmadıysanız, kalkın ve şimdi bir şeyler yapın. Sessiz gözlemci olmayın. Sessiz gözlemciler yok olmaya mahkum.

Rang De Basanti ‘de, Dilgit Singh (Aamir Khan) diyor ki;

“Zindagi jeene ke do hi tareeke hote hain. Aik, jo ho raha hai hone do. Bardasht karte jao. Yan phir, zimidari uthao use badalne ki.” 

(Hayatı yaşamak için yalnızca iki yol vardır. Biri, bırak ne oluyorsa olsun. Tolere et. Ya da onu değiştirmek için sorumluluk al.)

Siz hangisini seçiyorsunuz?

http://blogs.tribune.com.pk/story/20249/are-you-doomed-to-disappear/

“Yaşamın en değerli armağanlarından bazıları yalnızca yaşla elde edilir.”
~ Gene Cohen