“Yaşlılık: Yeniden oluşum mu yoksa  tefekkür zamanı mı?” adlı ileti güzel sohbetlere yol açtı.  Ben tefekkür taraftarıydım ve kendilerini yeniden oluşturmayı isteyen bir kısım insan buna itiraz etti. Onların söylediklerinin,  anlaşmazlıktan çok anlam sorunuyla ilgili olduğunu düşünüyorum.

Sorunu dokunaklı bir şekilde özetleyen çoğu zaman olduğu gibi Marian Van Eyk McCain’di, kendi yaşlanma yolları ve yaşama yaklaşımı bakımından akıllı bir kadın:

İnsanlar kendilerini yeniden oluşturduklarını söylediklerinde aslında Jung’un bireyselleşme sürecinin devamını anlatıyorlar, yanlış terim kullanımı. Biz kendimizi yeniden oluşturmuyoruz. Yeniden oluşturmak bir şeyin yerini almak demek. Biz ekliyoruz.

Ölene kadar, büyüyoruz, öğreniyoruz, bireyselleşiyoruz, olabileceğimiz her şeyi oluyoruz. Gençliğin amaç yönelimli, çabalamalı yolundaki gibi değil, bir çiçeğin sonuna kadar açmasındaki gibi yavaş ve doğal bir şekilde. Taç yaprakları döküldükçe meyva yavaşça büyür ve olgunlaşır.”

Ağaçtaki son gününde bile, meyva hala güneşi emer. Kendini yeniden oluşturmaz, yalnızca lezzetini arttırmaya devam eder.”

My Sister was a St. Bernard sitesinde blog yazan Kathi emekliliğinin beşinci yılında, yaşlılığın Marian ve çoğumuz için olduğu gibi güllük gülüstanlık olmadığı düşüncesinde ve iddia ediyor:

“Genellikle, yalnızca gevşeyerek, keyif alarak ve emeklilik etkinlikleriyle yaşayarak kendimi tanımlamayı zor buluyorum.  Emeklilik sonrası birdenbire ortaya çıkan kronik bir rahatsızlık emeklilikte verdiğim mücadeleyi  arttırdı. Haftada üç kez egzersiz yapıyorum,  haftada beş sefer Humane Derneğinde gönüllü olarak çalışıyorum ve bol bol iyi film izliyorum. Ama hala enerjimle “yeteri kadar” iş yapıyor muyum diye endişe ediyorum.”

“On yıl ya da daha önce emekli olanlara sorum şu, yıllar geçtikçe emekli-tipi uğraşları içsel olarak kendinize anlatmanız kolaylaşıyor mu?”

Para azlığı, bozulan sağlık vs. gibi tartışmasız olarak birçok kişiyi zorlayan dış etkileri düşündüğümü yazıyor olsam da, bu yazıya yapılan çok neşeli ve olumlu yorumlar beni biraz şüpheye düşürüyor. Nasıl oluyor da yaşlılıkla gerçekten mücadele eden okuyuculardan hiç bir şey duymuyoruz?”

Aklımıza Kathi’nin sorusuyla ilgili birçok yanıt geliyor. Özellikle bu blog bakımından, yaşlanmayla barış yapmamış olan yaşlıların etrafta fazla uzun kalmaları pek mümkün değil. Time Goes By üyesi olanlardan sürekli notlar alıyorum, yaşlanmayla ölene kadar botoksla, yüz gerdirmeyle mücadele edenler ve “genç kalmak” için her ne gerekiyorsa yaptıklarını söyleyenler kendilerine asla ve kat’a  “yaşlı” demiyorlar, çünkü değiller.

Bununla birlikte etraftaki Time Goes By okuyucuları, yaşlanmanın hayatın bir gerçeği olduğu, gerçek temelli bir dünyada yaşıyorlar ve bunu bir başka macera ve bir başka öğrenme deneyimi olarak görüyorlar, Marian Van Eyk McCain’in yazdığı gibi “olabileceğimiz her şeyi olmak”, sağlık, para ve yaşlı insanları marjinalleştirmek için mümkün olan her şeyi yapan bir kültür dahil kaçınılmaz zorluklarla uğraşırlarken bile.

Mücadele etmeme değil  (bkz. “Yaşlanıyorum diye Sinirim Tepemde”) artık bir kariyerimiz olmadığı dönemle ilgili olarak kendimizi tanımlama konusunda, henüz oldukça küçükken “biz işimiz değiliz” diye öğrendiğimde çok şanslıydım.

Belki son yıllarda değişmiştir (ya da değişmedi) 1970 ve 1980’ lerde İngiltere’ye yaptığım gezilerde yeni tanıştığınız insanlara ne  “iş yaptıklarını” sormanın kabalık olarak görüldüğünü öğrendim. Amerika’da yeni insanlarla tanışıldığında karşılıklı olarak sorulan ilk sorulardan biridir bu. Londra’da  katıldığım sayısız akşam yemeği partisinde diğer misafirlerin hayatlarını nasıl kazandıklarını bilmeden harika vakit geçirdim. Bu, kendimi tanımlamak için öğrendiğim önemli bir dersti.

Bu, çalışan bir kadından bir emekliye geçiş yapmanın kolay olduğunu söylemek demek değil. Uzun bir zaman ne yaptığım sorulduğunda  “emekli” sözü üzerinde durakladım. Ancak, tekrarlamak işe yarıyor –burada emeklilik hakkında ne kadar çok yazarsam ve sorulduğunda bu sözü söylemeye kendimi ne kadar çok zorlarsam, yeni statümü o kadar çok kabul ediyorum. Bugünlerde yeterince yaşlı görünüyorum ki, pek az kişi bu soruyu soruyor.

Bazılarının yaklaşan yaşlılıkla mücadele etmesinin diğer bir nedeni de sanırım beşikten itibaren yaşlılıkla ilgili olarak yalnızca olumsuz imaj ve kelime bombardımana tutuluyor olmamızdır. Sözler önemli ve işittiğimiz her şey  “inişte”, “bir ayağı çukurda”, “çalışma dışı”, “moruk”, “eski kafalı”, “zamanı geçmiş”, “çağ dışı” gibi sözler olunca ve  “akıllı”, “bilge”, “deneyimli” gibi olumlu tanımlar duymak da ender olunca yaşlılığa kendimizden nefret etmeye başlayarak varıyoruz.

Bu, Time Goes By’in çıkış noktası. Yaşlanmayla ilgili okuduğum her şey çöküş, düşkünlük ve hastalık. O zaman da, şimdi de inanmadığım şey, bu üçünün yaşlılığın, parçası olabilecekleri halde tümü olduğu.

İnanmaya başladığım şey ise,  cesaretin yaşlıların paylaştığı bir özellik olarak atlandığı. Bu üç şeyin yanı sıra,  genellikle kötüleşmiş ekonomik durum  (2008 krizinde aramızda birikimlerinden büyük bir parçayı kaybetmemiş Time Goes By okuyucusu olduğundan şüphe ederim) ve sürdürdüğümüz  yaşlılığın onların da başına geleceğini hatırlatmamak için ortalıktan kaybolmamızı isteyen bir kültür.

Orta yaştan yaşlılığa geçmek bazen zor. Çoğumuz bunu uygun bir şekilde yapıyoruz ve kabul etme sürecinde  kişisel yollarla mücadele etmeyle başlıyoruz. Bu blogun son sekiz yılı boyunca  benim için en büyük yardım buraya katılan birçok bilge yaşlıyı okumak ve onların söylediklerine dikkat vermek oldu.

Ronni Bennet The Courage to Get Old Time Goes By

“Yaş konusunda romantik duygularım yok. Ya her yaşta ilginçsinizdir ya da değil.”
~ Katharine Hepburn