The Waltons’dan bir sahne,”çok kuşaklı ev halkına i istekliliğimizin çoğu gerçekte değil nostaljide kökleşmiş, diyor demograflar.

Bazen hepimizin çok fazla “The Waltons” izlediğimizi düşünürüm. Hatırlar mısınız?  Yatma vakti eski çiftlik evinde ışıklar  bir bir sönerdi. İyi geceler, John-Boy. İyi geceler Jim-Bob. Anneye babaya iyi geceler, iyi geceler büyükanne ve büyükbaba.

O zamanlar, çok kuşaklı aile bir normdu, şimdi iç çekiyoruz. Büyükbaba torunlara balık tutmasını öğretirdi; büyükanne paylar yapar, perdeler dikerdi; herkes sihirli bir şekilde iyi geçinirdi.  Şimdi sıkça hepimizin ne çok meşgul , coğrafik olarak dağılmış ,  kariyerci,  bencil olduğumuzu, yaşlı ebeveynleri ev işlerine sokmak için çok  bir şey olduğumuzu duyuyoruz. Bunun için kendimizi azarlıyoruz.

Yaşlılarımızın yaşama düzenlerinin zorlayıcı bir biçimde değiştiği basit bir gerçek. Nüfus İdaresine göre 1800’lerin sonlarında ve 1900’lerin başlarında, yaşlı dul kadınların hemen hemen yüzde 70’i erişkin  çocuklarının biriyle yaşardı; 1990’a kadar bu oran hızla yüzde 20’ye düştü.

Benim için şaşırtıcı olan bunun nedeni. Michigan Üniversitesinden ekonomist Robert F. Schoeni ve Katleen McGarry,  şimdi Darthmouth College’de, bir asırdandan daha da geriye giden nüfus verilerini kullanarak yaşlı dulların nerelerde yaşadığını araştırdı (dul kadınları araştırdılar çünkü hem sayıları daha fazla ve hem de ekonomik olarak erkeklerden daha zor durumdalar.)

Mr. Schoeni ve Ms. McGarry büyük değişimin başladığı yılı belirledi: 1940. Ondan sonra çocuklarıyla yaşayan dul kadınların oranını gösteren grafik bir kayak yamacına benziyor: aşağı, aşağı ve biraz daha aşağı, 1990’a kadar yüzde 60’dan fazla dul kadın yalnız yaşadı.

Peki, 1940’da ne oldu, kadınların büyük ölçekte iş hayatına akınlarından onlarca yıl önce, çok kuşaklı geleneği alt üst edecek? Annelerimizi sevmeyi ve onlara karşı sorumluluk duymayı durdurduk mu? Aile değerleri bir “U” dönüşü mü yaptı? Ekonomistler çeşitli hipotezleri sınarayak, çok daha basit bir açıklama buldu.

1935’de Başkan Franklin D. Roosevelt bir Sosyal Güvence Yasası imzaladı. 1940’da aylık çekler akmaya başladı. Ve şu küçük çekler bile – Ida May Fuller 22.54 dolarlık olan ilkini aldı- tarih boyunca yüksek fakirlik düzeyinde yaşayan, dul kadınların evlerinde kalmaları için yeterliydi. Sosyal Güvence yararları arttıkça ve daha fazla yaşlıya ulaştıkça evlerinde kalma eğilimi de arttı.

Büyük bir kültürel değişimi harekete geçiren tek, en büyük faktör, diğer bir deyişle ekonomikti. Hayatta kalmak için yaşlıların artık çocuklarının yanına gitmek zorunluluğu olmadığı anda çoğu gitmemeyi tercih etti.

“Daha çok gelirleri ve yaşamak için seçenekleri olduğunda yalnız yaşamayı seçtiler,” diyor Ms. McGarry. “Bağımsızlıklarını satın aldılar.”

Yani,  biz bu durumdan paçayı sıyıralım mı? Yaşlı sorumlulukları için yeterince diğer kaynaklarımız var. Birlikte yaşama, gerontologların dediği gibi, bazı aileler için harika yürüyebilir ve bazı etnik toplumlarda (Latinler ve Asyalılar, örneğin). Ancak, çoğu yaşlı hemen hemen 70 yıl önce bu şeçeneği reddetmeye başladı.

Ekonomistler hala nerede yaşanacağına karar verme konusunda merkezi bir rol üstleniyor. M.I.T. ve Syracuse Üniversitesinden diğer bir araştırma grubu ulusal temsili olan Güncel Toplum Anketinin daha yakın zamandaki verilerine baktılar ve Sosyal Güvence yararlarındaki en alçak gönüllü değişimlerin bile nerede yaşanacağı konusundaki kararlarda büyük yankıları olabileceğini buldular.

Yıllık her 1000 dolarlık gelir daha fazla eşini kaybetmiş ve boşanmışların yalnız yaşamasına izin veriyor, araştırmanın bulgusu.  Öte yandan, onların analizlerine göre, Sosyal Güvence yararlarından yüzde  10’luk bir kesinti 600.000’den fazla yaşlı hane halkının  ortak yaşam düzenine taşınmasına” yol açıyor” – Başkan Obama yetkilendirme konularıyla uğraştığında düşünülüp taşınılması gereken bir şey.

Aslında, günümüzdeki çok kuşaklı  (üç ya da daha fazla kuşak anlamında) hane halkına bakan Nüfus İdaresi demografları , tüm ülke genelinde yüzde 4’den az olduğu sanılıyor) böyle düzenlerin yüksek ev giderlerinin (California gibi)  ve evlilik dışı doğumların  (Missisipi gibi) olduğu eyaletlerde en yaygın olduğunun farkına vardılar.

Ve şunu düşündüler: Çok kuşaklı ailelerin büyük çoğunluğu kapılarını yaşlı ebeveynlere ya da eşlerin ebeveynlerine açan hane halkından meydana gelmiyor.  Gelen kesim, Nüfus Bürosunun vurguladığı gibi, onların çocukları ve torunları.

Dolayısıyla, gergin bir şekilde gözümüzü boş odalarda dolaştırıp bir aile üyesini evimize alma konusunda dayanma gücü ve esnekliğimiz var mı diye merak ederken belki de köklü bir yanlış hesaplama yapıyoruz. Ebeveynlerimizin çoğu, eğer kaçınabilselerdi, ortak yaşamamayı tercih ederdi.

Benim 86 yaşındaki kendi babam, kendi apartman dairesinde  hala oldukça iyi idare ediyor ve defalarca da açıkça Drano içtiğini belirtti. Öte yandan, kendi çocuğum…

Paula Span

http://newoldage.blogs.nytimes.com/2009/03/24/they-dont-want-to-live-with-you-either/

“Neşe ve kahkaha olduktan sonra varsın kırışıklıklar gelsin.”
~ Schakespeare