II. Dünya Savaşında üç yaşındayken annem beni kreşe yolladı. Bir tepe üstünde olan evimizden aşağı doğru dört blok benimle yürüdü ve beni orada otobüsün şöförüne verdi.  O da beni okulda öğretmenin beklediği yerde bıraktı.

“Öğleden sonra bu süreç tekrarlandı bir farkla ki bizim tepenin altında otobüsü beklemek yerine annem gelişimi oturma odasının penceresinden gözlüyordu…

“Öğleden sonra otobüsü karşılamam için bir neden yoktu, dedi, ama ‘yaşamda kesinlikler yok.’ Yeni Gine ve Filipinlerde savaşan babam kurtulamayabilirdi.

“Ve kendine de her an herhangi her şey olabileceğinden bana olabildiğince küçük yaşta, olabildiğince bağımsız yaşamayı öğretmesi önemliydi.”

Bunlar  2004’de bu blog için son hastalığı sırasında anneme bakarken yazdığım seriden… Çocukluğum boyunca vermeye çalıştığı bu derslerin benim için aradığı bağımsızlığa ek olarak güçlü bir doz cesaret verip vermediğini bilmiyorum ama ben böyle olduğuna hep inandım.

Oh, bir uçaktan hiçbir zaman atlayamaz ya da K2’ye tırmanamaz ya da yarış arabası kullanamazdım – fiziksel olarak güçlü değilim. Ancak, hayatın zorluklarıyla ne acı verirse versin kaçacağıma cesaretimi olabildiğince toparlayarak yüzleşmiş olduğumdan dolayı gurur duyuyorum, 60’larda bolca söylediğimiz  gibi kimse bize gül bahçesi söz vaadetmedi.

Beşikten mezara kadar gidişin  bir podyum yürüyüşü olacağına hiçbir zaman inanmadım. Bir şeyler hep kötü gidiyor, bazısı felaket düzeyinde, çıkacak olasılı sonuç konusunda korku dolu olsam da, talihsizliklerle doğrudan  doğruya yüzleştim, zor kararlardan asla kaçmadım.

Bu metanet ya da cesaret (ya da aptalca bağımsızlık) beni sayısız güçlüğün içinden geçirdi –sevilen birilerinin zamansız ölümleri, diğer tür duygusal rüzgarlar, uzun dönemli işsizlik, nedeni ve tedavisi bilinmeyen birkaç hastalık, kırık kalpler vs.  ve bunlar – yaşlılığa ulaşan herkesin bildiği gibi- başındakiler için yalnızca.

Kısa bir süre için  kendi kendime yaygara edebilir ya da saygı duyabilirim ama sonunda veterinerlerin ölecek bir kediyi uzaklaştırma önerilerini reddettim. Kuşkusuz, sessizce topallayarak geldiğinde onu kucağıma aldım ve onunla sevgiyle konuştum. Başka bir seçim yapamazdım.

En ızdırap verici olanı başkalarının acısını izlemekti ama bu durumlarla bile benim için ne kadar üzücü olursa olsun  doğrudan yüzleştim. Bu daima yaptığım şey, varlığımın bir parçası olarak, su ve yiyecek kadar.

Son birkaç yıl öncesine kadar.

Kişisel düzeyde hiçbir şey değişmedi ancak şimdi sessizce çığlık atarak kaçıyorum, üçüncü kişilerin ıstırabından. Aylarca, günde defalarca pek çok TV kanalından tekrarlanan UNICEF halk servisi duyuruları gibi şeyler. Bundan kaçılamaz. (videoyu postinge hazırlamak için yalnızca ilk birkaç saniyesine baktım, bundan daha çoğuna dayanamam.)

Şimdi o  (video feshedildiği için bu yazıya eklenemedi) görünür görünmez ya kanal değiştiriyor ya da televizyonu kapatıyorum. Ayrıca bazen UNICEF videosuyla ardarda yayınlanan aşağıdaki video da aynı şekilde:

The video cannot be shown at the moment. Please try again later.

 

Hatta onların fotoğrafları bile gerekmiyor. Atlar Çiftliklerde Zor ve Kurak Zamanlarda Kurban Oluyor  ve Domuz Besicileri Domuz Ahırlarının Boyutları Konusuyla Yüzleşiyor gibi başlıkları okuduğumda ölü atların ve domuzların imajı beni felç ediyor.

Olabildiğince çabuk sayfayı çeviriyorum ya da başka bir haber hikayesini tıklıyorum.

Ve yalnızca insanlar ve hayvanlar değil. Çevre bozulması, global ısınma ve iklim değişikliği konusunda her şey beni yastığı almaya yolluyor –başımın üstüne koymak için. Bu başlıklardan fazlasını okuyamadım. Bunu kendime yaptıramıyorum:

Yeni İklim Tehditi Olarak Okyanus Asitleşmesi Ortaya Çıkıyor

Great  Barrier Reef (Büyük Bariyer Resifi) Mercan Örtüsünün Yarıdan Fazlasını Kaybediyor.

Arktik Denizi Buz Düzeyi En Düşük Rekoru Yaptı, Biliminsanları ‘Zamanımızın Kalmadığını’ Söylüyor.

Bu cesaret kırıcı başlıkların linklerini siz benden daha az korkak olanlar için ekledim. İnce buz kütlelerinin üzerindeki kutup ayı resimli web sayfalarından daima uzaklaşıyorum. Bunların hiçbirine dayanamam. Eğer dikkat verirsem de göz yaşlarımı hiç durduramıyorum.

Yukarıda söylediğim gibi hep böyle değildim. Felaketle yüzleşmiş –kişisel, özel ya da global- daima güçlü, anlamak için sabırsız ve yeteneklerim dahilinde yapabildiğim zamanlarda yardım etmek  ve benden daha fazla kaynağı olabilecek kişilere ulaşmak için  en iyisini yapmada özgüvenli briydim.

Şimdi bir korkak oldum. Eğer resimlere bakamazsam, haberleri, hikayeleri okuyamazsam, açlıktan ölen çocuklar ve taciz edilen hayvanlar için ricaları dinleyemezsem nasıl çözümün bir parçası olabilirim.

Ne olduğunu merak ediyorum. Korkaklığım yaşlılığın bir ürünü mü; zamanın geçişi  ilgili tek değişim gibi görünüyor.

Cesaretimiz fiziksel gücümüzle birlikte azalıyor mu? Yaşlandıkça pısırığın teki mi olmak zorundayız? Bilmiyorum.

http://www.timegoesby.net/weblog/2012/10/confessions-of-a-late-age-coward.html

“Neşe ve kahkaha olduktan sonra varsın kırışıklıklar gelsin.”
~ Schakespeare