ending agingYAŞLANMAYI DURDURABİLİRİZ (7)*

Sağlığımızın sürekliliği için yaşamsal önem taşıyan hücreleri yaşamlarımız boyunca yavaş yavaş yitiririz. Pek çok ölümcül yaşlılık hastalığı (örneğin Parkinson), vücudun şu ya da bu önemli işlevinden sorumlu bulunan hücre topluluklarının yitirilmesi nedeniyle ortaya çıkar. İyi bir şans eseri, kök hücre esaslı tedaviler, yitik hücrelerimizin yenisi gibi iyi bir şekilde yeniden yaratılması olasılığını sunmaktadır; politika, yolumuzu en azından geriye kalan bilimsel engeller kadar kapatmaktadır.

Uzun yıllar boyunca beynin tamamının normal yaşlanma süreci içinde hücre kaybına uğradığına ve vücudun bu kayıpların yerine yenisini koymak için hiçbir yola sahip olmadığına inanılırdı. Bu inanç, birkaç yıl önce, büyük ölçüde Salk Enstitüsünden Fred Gage ve çalışma arkadaşlarının aslında beyinde bazı kısımları yenileme yeteneği taşıyan kök hücreler bulunduğunu gösteren çalışmaları sayesinde yıkıldı. Bu bilgi, beynin tamamında yetişkin kök hücreler vasıtası ile kendisini bir bütün olarak genç ve işlevsel durumda tutacak bir yetenek mevcut olduğu yolunda popüler bir kanı oluşmasına yol açtı.

Aslında bu kanı da yanlıştı. Gelişerek yeni nöronlar yaratma yeteneğine sahip kök hücreler, beynin sadece az sayıda bölgesinde üretilir: Hipokampus bölgesinde, dentate gyrus’un subgranular bölgesi olarak adlandırılan bir kesimde ve subventricular bölgenin olfactory bulb’u (beynin koku duygusunu yöneten bölgesi – koku alma soğanı) için nöronlar üreten bir bölümünde. Bu hücrelerden bazılarının beyinde yaşa bağlı hastalıklar nedeniyle hasar görmüş bölgeleri onarma girişiminde bulunduğuna ilişkin kanıtlar vardır, fakat ne kadar başarılı olduklarını gösteren pek fazla kanı bulunmamaktadır.

Nöronları yenileme yeteneğini neden beynimizin bazı bölgelerinde sürdürürüz de, uzun vadeli anılarımızın saklandığı serebral korteks veya geleceğimiz için plan yapma ve o planlara sadık kalma yeteneğimizin merkezlendiği frontal lob gibi diğer belgelerinde sürdürmeyiz?

En büyük olasılıkla bunun sebebi, beynin “biyolojik garanti süresi” içinde yeni hücrelerin düzenli bir şekilde gelmesine evrim tarafından sadece koku alma soğanında ve dentate gyrus’ta ihtiyaç duyulmuş olmasıdır. Bu bölgelerin ikisi de, hücre nüfuslarının düzenli olarak yenilenmesini gerektiren kısa vadeli işlevlere sahiptir. Yaşlanmanın ve Alzheimer ve Parkinson gibi yaşa bağlı nörolojik hastalıkların tahribatı nedeniyle ortaya çıkan hücre kayıpları ile başa çıkacak yerleşik kök hücresi toplulukları mevcut değildir.

Elbette, yetişkin kök hücreler için de tedavi amaçlı kullanım alanları vardır; aslında, günümüzde klinik uygulaması yapılmakta olan kök hücre tedavileri, sadece bir vericiden veya hastanın kendisinden alınan yetişkin kök hücreler kullanılmak sureti ile yapılan kemik iliği nakilleridir. Fakat sosyal-muhafazakâr lobi grupları tarafından yetişkin kök hücrelerin “70 hastalığı” veya “65’in üzerinde hastalığı” etkin şekilde tedavi edebileceği konusunda sık sık tekrarlanan iddialar, normal olarak diplomatik bir yaklaşım sergileyen New England Journal of Medicine dergisinin daha önce sözü edilen başyazısında haklı olarak açıkça düzmece şeklinde nitelenmiş ve bu tezi savunan gruplardan önde gelen birinin web sitesinde tamamlayıcı bilgi “katıksız zırvalama” diye yorumlanmıştır.

Mevcut duruma göre sadece embriyonik kök hücreler – hem gerekli hücrelerin çeşitliliği açısından ve hem de büyük organ yamaları hatta bazı durumlarda bütün bir organın nakli için yaratılması gereken hücrelerin sayısı açısından – yaşlı vücutlardan genç vücutlar yapmak için gereken potansiyeli taşımaktadır. Ve onlara gerçekten ihtiyacımız olacaktır.

Kalp krizleri ve nörodejeneratif hastalıklar nedeniyle kaybedilen hücrelerin yanı sıra, işin aslına bakarsanız, hepimiz sürekli olarak dokularımızdaki hücreleri – ve o hücrelerin sağladığı işlevselliği kaybetmekteyiz. Örneğin Parkinson hastalığı, kasların hassas şekilde kontrol edilmesi ile ilişkili bir kimyasal mesajcı olan dopamin’i beyinde üreten nöronların kaybedilmesinin sonucudur. Bu nöronların yaklaşık olarak yarısını kaybettiğiniz, bu kontrol yeteneğiniz vücut parçalarınızın istemsiz olarak ritmik şekilde titremeye başlamasına ve yüzünüzün sabit bir şekilde bomboş veya düşmanca bir ifade ile bakan bir maskeye dönüşmesine yol açacak şekilde bozulduğu zaman, size bir klinik tanı konur.

Fakat hepimiz, dopamin üreten nöronları her gün yaşlanma nedeni ile kaybederiz; Parkinson’lu insanlar biraz daha hızlı kaybederler ve eşiğe daha çabuk ulaşırlar. Bu hücrelerin yerine yenisini koyma olanağı olmadığı için, sonunda hepimiz bu hastalığa yakalanırız (şarkıda söylendiği gibi, daha önce bizi başka bir şey öldürmezse).

Bu, vücudunuzun her yerinde meydana gelmektedir, üstelik sadece çok doğru bir şekilde yaşlanma olarak adlandırılan içsel metabolik nedenlerle de değil.

Giderek artan hücre kaybı, gençliğin sağlıklı idealinden uzaklaşmak anlamında bir değişikliği temsil eder ve dolayısıyla, tıpkı makineleri en iyi şekilde çalışır duruma getirmek için uğraşan herhangi bir mühendis gibi, bir anti-aging mühendisinin de onu düzeltmek için uğraşması gerekir.

Kök hücreleri türetmek, onları ihtiyacımız olan hücrelere dönüştürmek ve vücutlarımızdaki çok ayrıntılı gelişimsel programların yönetiminde büyüyen aynı türden hücrelerle aynı rolleri yerine getirmelerini sağlamak üzere, çok daha güvenilir yöntemler geliştirmemiz gerekiyor. Gelişme aşamasındaki yenileyici tıp, hastaların yetişkin hücreleri kullanılarak büyütülmüş dokuları ve hücreleri kullanarak dahi şaşırtıcı bir gelişme göstermektedir.

Doku mühendisleri, hücreleri onları yapısal olarak uygun dokular oluşturacak şekilde yönlendiren ve ondan sonra eriyip kaybolarak geride sadece işlevsel dokuyu bırakan iskeletlerin içerisine ekerek hücreden organlara yetiştirmektedir.

Devam edecek…

*Aubrey de Grey ve Ph. D., Michael Rae, 2010: Yaşlanmayı Durdurabiliriz (Ending Aging) -Kendi Yaşam Sürecimiz İçinde Yaşlanmayı Tersine Çevirebilecek Gençleştirme Devrimleri – ODTÜ Geliştirme Vakfı Yayıncılık ve İletişim A.Ş. Yayınları. Çeviren: Engin TARHAN. Özet: Halit Yıldırım

“Damarlar sertleşince kalpler yumuşar.”
~ H. L. Mencken