safiye ayla

1980’li yıllarda, bazı işleri için bana birkaç yıl süre geldi gitti. Arada sohbet ederdik ama çok özel şeyler konuştuğumuzu hatırlamıyorum. Ufak tefek, esmer tenli,  yaşlı bir hanımdı. Beyin damar rahatsızlığı geçirmişti ama aktifti ve kendi işlerini görüyordu. Sanat kadınları eski cazibelerinin sürüp gittiğini düşünürler. Safiye Hanımda da bir süslenme, makyaj yapma merakı, güzel ve cazibeli olduğuna dair bir inanç vardı.  Kendisine önem ve değer veriyor, mümkün olduğu ölçüde iletişim kurmaya çalışıyorum ama aklımda bu iletişimden önemli bir anı kalmadı. Kendisi artık şarkı söylemiyordu. Benim şarkılara bir merakım yoktu.  Yani bu konular üstüne konuşmadık. Bana bir plak falan da hediye etmedi.  Oysa yazar olsaydı belki konuşacak, paylaşacak daha çok şey bulurduk. Atatürk’le ilgili sorularıma da çok aklımda kalan cevaplar aldığımı hatırlamıyorum, yuvarlak bazı sözlerle geçiştirdi sorularımı. Aklımda çocuğu olmadığı ve yalnız yaşadığı kalmış. İlk gelişinde yanlış hatırlamıyorsam onu bir şoför getirmişti. Maddi bakımdan imkânlarının sınırlı olduğunu sanıyordum. Ben, Ayla Hanımda yaşlanmış, eski ününü, güzelliğini ve becerilerini yitirmiş, bir yükseliş ve şöhretten sonra tekrar düşüşe geçmiş bir insan görüyordum. Şüphesiz önemli bir insandı ama kendisinin önemli olduğunu hissettirmesi, süslenip albenili görünme çabası, O’nu daha önemli yapmıyor, pek de etkili olmuyordu. Geçen gün Google’da Safiye Ayla ile ilgili Doodle’u görünce bunları hatırladım. 1998’de ölmüş. Eşiyle yan yana şahane bir mezarı var. Kıskandım. Benim böyle bir mezarım olmayacak.

Rumuz: İhtiyar

“İnsanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar. Halbuki yaşamadıkça yaşlanırlar.”
~ İskoçya Atasözü