Yaşlılığın yaklaşık yarı yolundayken bana öyle geliyor ki yaşamın önceki yaşlarından daha fazla, çok daha hızlı büyüklü küçüklü pek çok değişiklik insanı aşağı yuvarlayarak geliyor.

Olgularla, figürlerle ve sayılarla ve tablolarla kanıtlayamam ama önden ve arkadan, üstten ve yandan, sağdan ve soldan ve tekrar tekrar, her biri yeni ve genellikle beklenmedik olan gelişimlerle tamponlandığımız için  uyum sağlamayı öğrenmenin  yaşlılığın önemli bir işi olduğuna inanma durumuna gelmem doğruymuş gibi hissettiriyor.

Kolay değil. Bildiğiniz gibi hayatım üç ay önce kanser tanısıyla altüst oldu. Hala günlerimi kontrol eden sınırlamaları, örneğin dişlerimi fırçalamak gibi sıradan bir şekilde yapma yolu bulmak için uğraşıyorum.

Hala yapamamış olmam sinirlendirici.  Yapmayı tercih ettiğim diğer işlerim var, kahvaltıdan sonra şu ilaçları aldım mı ya da ellerime o özel losyonu uyguladım mıydıyı hatırlamaktan çok.

Her ne kadar bu blogda 14 yıl boyunca genel kabul gören yaşlılığın olumlu bir tarafı yok, algısına karşı sıkı bir şekilde  savaştıysam da kayıplar onun bir parçası, çoğumuz beğenmeyecek olsak da.

Göreli kolay uyum sağladıklarımız var:  görme ve işitme sorunu günümüzde başarıyla yönetilebiliyor; diş implantları, güç yeterse, nerdeyse mucizevi; kırlaşan saçlar ve saç kaybı konusu, kişinin ilgi derecesine bağlı, için pek çok yol var.

İnternette yaşlılıkla birlikte gelen değişimler konusunda bilgi aramaya çalışırsanız bulacağınız şeyler yalnızca sağlıksızlık ve güçsüzlük konusunda. Yaşlı olmayanlara göre  –kuralları koyanlar ve kimin değerli olduğuna karar verenler- yaşlılar tamamiyle sağlıksız olarak tanımlanıyorlar.

Ancak yaşlılar için sağlıktan çok daha fazlası var ve her ne kadar aralarında örtüşme varsa da başlangıç olarak ben bu değişimleri beş temel kategoriye yerleştirmek istedim: Fiziksel, Duygusal, Sosyal, Çok kötü, Kültürel. Yaşlılıkta, bunların hepsi yaşam boyunca alıştıklarımızdan ve genellikle keyif aldıklarımızdan bir şeyler götürüyor.

Fiziksel olanlar belli, bedenimiz aşındıkça bir grup yönetilebilir ama rahatsız edici durumlar oluşur, artrit, diyabet, denge güçlükleri ve hatta kanserle, vb. ile yaşamak gibi.

Duygusal konular, benim kanserden dolayı gelen değişiklikleri kabul etme inadımdan, diğerlerinin yanı sıra eski arkadaşların ölümü ya da uzaklara taşınmaları ve kendi yaklaşan ölümümüzün farkındalığının getirdiği üzüntü yelpazesinde. Bunlar küçük değişiklikler değil.

Emekli olduğumuz ya da dışarı çıkmadığımız zaman pek çok sosyal bağlantıyı kaybederiz ya da bir zamanlar yaptığımızı kolaylıkla yapmayız ya da küçülmüşbütçelerimiz tiyatro ve seyahat gibi eski sosyal keyiflerimizden bizi alıkoyar.

Çok kötü olanlar, kuşkusuz, insanın kendisinin, eşinin ya da sevdiğimiz diğer insanların korkunç sağlık riskleriyle ilgili. Yalnızca birkaç gün önce fark ettim ki eğer kemoterapi başarılı olursa ve altı ayın sonunda kansersiz olduğum söylenirse gene de hayatımın sonuna kadar her ay üç ayda bir kontrol yaptırmam gerekecek.

Test sonuçları bana iyi mi, kötü mü bir şeyler söyleyecek diye beklerken yılda dört kez nefesimi tutacağım. Birkaç yıl öncesinde birkaç kez göğüs biyopsisi sonucu için bir hafta bekledim, nasıl bir his olduğunu biliyorum.

Yaşlılıkta kuşkusuz dayanıklılığımızla ilgili bundan çok daha fazla başka testler var.

Garip bir şekilde, beni en çok kültürel kategori kızdırıyor. 20 yıldır yaşlılığı inceliyorum, yaşlılığa Amerikan yaklaşımı birazcık bile değişmedi: gençlik mükemmelliktir ve yaşlılık ise yalnızca korku ve acınmaya layık kişisel düşüştür.

Kumdaki üzerinden geçeceğimiz kimsenin bize orada olduğunu söylemediği çizginin günü, dünyanın bizi reddettiği, bilgi ve deneyimimize aldırmadığı, kötülediği, hor gördüğü gün her birimize gelecek.

Ve hayır, bizleri kötüleyen ve hor gören insanların kısa sürede bizlere katılacağı beni neşelendirmiyor. Onlar hala kendi gözümde değilse de saygınlığımı çalıyor.

Böyle bile olsa, bu yaşlanma yıllarını hayatımın en meşgul, en ilginç ve en heyecanlı yılları olarak değerlendiriyorum. Gençlik ve erişkinlikteki kadar dışarı çıkıp dolaşmıyor olabilirim. Bir zamanlar beni eğlendiren hevesleri ve son modayı takip etme konusundaki ilgimi kaybettim. Ve son olarak da başkalarının benim için ne düşündüğünü dert etmeyi aştım.

Ama bugünlerde beni en çok meşgul eden iki konuda her zaman olduğundan daha fazla tutkuluyum: ürkütücü politikamız ve yaşlanmak gerçekten neye benzer.

Cicero’yu, MÖ.44. yılda yazdığı Yaşlılık Üzerine’yi – Cato Maior de Senectute or On Old Age- tekrar okumam bazılarınızı şaşırtmayabilir. Cicero’dan öğrenilecek çok daha fazla şey var ancak yaşamımın bu zamanı konusundaki iki şey bana çok güçlü geliyor:

-Sahip olmadıklarım ve yapamadıklarımdan çok sahip olduklarım ve yapabildiklerime odaklanmak.

-Yaş, yaşama bağlı kalmaya bir engel değil: entelektüel, fiziksel ve sosyal olarak.

2000 yıldan uzun bir süredir insanlığın bu eseri okumasının iyi nedenleri var. Cicero bize bilgeliğin yaşlılığın sınırlarını kabul etmek ve etrafından dolaşma fırsatlarını aramak olduğunu öğütlüyor:

“Doğanın tek bir yolu var, onda tek bir kez  yürürsünüz,” diye yazıyor Cicero. “Yaşamın her aşaması kendi isabetli niteliklerine sahip –çocuklukta zayıflık, gençlikte gözü peklik, orta yaşta ciddiyet ve yaşlılkta olgunluk. Bunlar zamanı gelince hasatı yapılması gereken meyvalardır.”

Bu arada da, Cicero aynı zamanda “Kitapsız bir oda, ruhsuz bir bedene benzer.” diyen adamdır.

http://www.timegoesby.net/weblog/2017/09/adapting-to-the-changes-of-old-age.html

 

 

“Neşe ve kahkaha olduktan sonra varsın kırışıklıklar gelsin.”
~ Schakespeare