1. Bölüm burada

Hiç kimse ilk seferi unutmaz ve ben de Hugh Downs’ın, Amerikan televizyon tarihindeki en üretken ve en seçkin haber raportörü ve sunucularından, bu yeni serinin, Timegoesby röportajı, ilki olmayı kabul etmesinden dolayı gururluyum.  

Mr. Downs’ın o televizyon programında haber sunuculuğuna eşlik ettiği yılların bazısında ben de 20/20 de yapımcıydım. Beraber bir şey sunmadığımız halde o zaman onu çok deneyimli, bilgili ve meraklı, nazik ve daima bağışlayıcı ve bilge bir insan olarak tanıyordum. Hala da öyle.

Dün, yaşlanmanın kendisi için gerçekte nasıl bir şey olduğu, bu konuda onu neyin şaşırttığını, yaşlandıkça yaşamının nasıl değiştiği ve nasıl değişmediği hakkında konuştu. Bugün devam ediyoruz…

RONNI BENNET: bazı konuşma işlerinizde, “başarılı yaşlanma” dan konuşuyorsunuz. Bir ya da iki başarılı ve başarısız yaşlanma örneği verebilir misiniz?

HUGH DOWNS: Sanırım başarısız yaşlanma iki şekilde olur: kötü şans, bir insan olgunlaşmadan büyüme (tıpkı bir meyvanın olgunlaşmadan çürümeye başlaması gibi) şanssızlığına sahip olursa ve/ya da yaş korkuyla bakılması gereken bir şeymiş gibi bir tavır geliştirirse ki bu durumda korkunç olur.

Gerçekten şu fikri benimseme durumuna geldim ki genç insanları ve yaşlıların yaşlanması güzeldir. Bu bir yaşam tekerleğidir ve eğer siz genç kalma fikrine asılı kalırsanız, hayal kırıklığına uğrarsınız. Yaşlanmayı ve ölümü kabullenmek yaşama uyum için çok daha rahat bir yol.

RB: Yaş ayırımcılığı herkesin gözünde yaşlılığı küçültücü ve kültürümüzdeki gençlik tapınmasına katkıda bulunan ciddi bir sorun. Yaş ayırımcılığına ilişkin kişisel deneyimleriniz nedir?

HD: Pepsi kuşağı mentalitesi ve gençliğe vurgu bu kadar üzücü olmasa bile komik. Sorunuza yanıt olarak yaş ayırımcılığına ilişkin kişisel düzeyde hiçbir şey deneyimlemediğimi söyleyebilirim. Hala bir pilotum ve yaşıma dayalı olarak yapmak istediğim herhangi bir şeye karşı hiçbir zaman ayırımcılığa uğramadım.

Medyanın sunduklarında yaşlı insanların betimlenmesi anlamında çok az bir aydınlanma ya da ilerleme var.

RB: Filmlerde ve televizyonda yaşlı insanların sık sık yapılan olumsuz tanımı yaşlanmaya ve yaşlı insanlara olan kültürel tutuma yardım etmez. Eğlence medyasının bu alanında herhangi bir aydınlanmayı fark ettiniz mi?

HD: Medyanın sunduklarında yaşlı insanların betimlenmesinde çok az bir aydınlanma ya da ilerleme var. Bu aşırı yavaş öğüten bir değirmen. Ancak sanırım tüketici toplumundan hizmet toplumuna doğru uzaklaştığımızda aşama gösterecektir. Eğer bu gezegende canlı kalacaksak bu olmak zorundadır. Ancak belki benim yaşamım ya da torunumun yaşamı süresince değil.

RB: İş yerindeki yaş ayırımcılığı yaş ayırımcılığının en zararlı olanı. Amerikan şirketlerinin yaşlıları işe almaktaki isteksizliği neden sizce?

HD: Çalışmak isteyen yaşlıları işe alınmasını red etmede çok fazla hüner ve bilgelik kaybı var. Pek çok faktör bu saçmalığa katkıda bulunuyor: genç insanlar daha az parayla elde edilebilir. Yaşlı, daha deneyimli insanlara gençlere olduğu kadar kolay egemen olunamaz vs. Ve şirketler Amerika’sı kara ilgili olduğu kadar adil olmaya ilgili değil. Bu alt satır felsefesi daha adilliğe doğru telafi edici sosyal bir itişle sınırlandırılmalıdır ve bu ise eğitim sistemimizde bir ilerlemeyi gerektirir.

RB: Nisan ayında ulusal bir iş yöneticileri konferansında yaşlı insanların işe alımı ve alıkonması hakkında konuşacaksınız. Onlara söyleyeceğiniz bir ya da iki önemli şey nedir?

HD: İş yerlerinin yaşlı insan almakla yaşadığı bazı başarı öykülerini aktarmayı umuyorum.

RB: Mahkemede yaş ayırımcılığını kanıtlamak hemen hemen olanaksızdır. Bu durumlardan üçte birinden azı başarılıdır. Yaşlı insanların işlerinde adil muamele görmelerinden emin olmanın en iyi yolunun ne olduğunu düşünüyorsunuz?

HD: Yaşlanmaya davranışlar konusunda büyük bir değişim gerekiyor. Biz hala dermansızlık ve fiziksel düşkünlüğü yaşlanmayla aynı sepete koyuyoruz ve bunlar karşıt olmalı.

Bir insan ne kadar yaşlanırsa o insanın bizi – beşiklerimizde, orta yaşımızda ve yaşlılığımızda- çökertmeye çalışan güçlere karşı o kadar bir zaferidir. Buna bu şekilde bakmaya ihtiyacımız var ve sanırım daha fazla adalet otomatik olarak ortaya çıkar.

Çalışmak isteyen yaşlıların işe alınmasını red etmede çok fazla hüner ve bilgelik kaybı var.

RB: Bu blogda ben karışık yaşlardaki insanların bulunduğu işyerlerinin avukatlığını yapıyorum güçlü bir şekilde. Sizden çok daha genç insanlarla çalışma konusundaki sizin deneyimleriniz nedir?

HD: Amerika bir zamanlar iş projelerinde yaşları karıştırma yeteneğine sahip olmuştu. Ffferson ve Paine gibi coşkulu beyinler Bağımsızlık Deklarasyonunu ve Federalist Yayınlar gibi şeyleri işlerken Anayasanın onaylanması sırasında 80’in üstündeki bir insanla, Ben Franklin, çalışma, ondan öğrenme isteğini gösterdiler. Sonraki on yıllarda bunu kaybettik, ancak geri gelir sanıyorum.

RB: Macera, çalışma ve bilgi bakımından çok fazla fırsatı olan çok zengin bir yaşam sürdünüz. Anı olarak hangisi kendisini gösteriyor?

HD: İlginç biçimde düşünebildiğim en kendini ortaya çıkaran anı 20’li yaşlarımda Stoicism hakkında okurken oldu. Onlardan (Marcus Aurelius’un Meditasyonları ve Epictetutus’un Enchiridion’u) öğrendim ki, çok kişisel ve pratik düzeyde, birinden nefret etmek şart değildir (biz yalnızca korkumuzdan nefret ederiz) ve küçük adımlarla kontrol edemediğimiz şeylerle ilgili endişe yükümüzü atabiliriz. Bu gerçekten yaşamımda farklı bir yönü işaret etti.

RB: Walter Cronkite aya seyahat etmek istemişti. Böyle gerçekleşmemiş rüyalarınız var mı?

HD: Evet, aya gitmek isterim, ancak bu bir uç durum gerçekleşmesi olanaklı değil.

Birkaç on yıl önce aya bir gezeteci olarak  gitmeyi ilk ben istedim. James Webb o zaman NASA’da yöneticiydi. Ve bu takımı yayın parçalarından biliyorum ve her sonraki yönetici ona ricamı hatırlatan bir mektup aldı. Bu Cronkite’ın bunu istemesinden önceydi –bu uzay haberleri konusunda çok iyi olan Crockite’tan önce beni beni seçecekleri anlamına gelmezdi.

Bir gün aya turizm olabilir ama bir dört ya da beş on yıl daha iyi durumda kalmazsam gitmem. Gene söyleyim, bu yaşam kalitemi etkileyecek bir hayal kırıklığı ya da başarısızlık değil.

RB: Siz bir haber raportörü, sunucusu, bir oyun showu sahibi; bir yazar, bir kompozitör ve diğer pek çok şeysiniz. Hangisi, eğer varsa size daha çok zevk veriyor?

HD: Şimdi ikinci en büyük zevkim, herhalde, müzik dinlemek ve büyük kompozitörlerin notalama sistemlerini incelemek. Onları neyin motive ettiğini – büyük bir senfoni ya da bir ayinsel müzik parçasıyla sonuçlanan esin türüne neyin yol açtığı- derinlemesine araştırmak beni giderek daha çok çekiyor.

RB: Zevkleriniz yıllar içinde nasıl değişti?

HD: Okumayı en zevkli ikinci şey olarak düşünürdüm (birincisi klişe olarak geliyor, aşktır, her bakımıyla ve süper bir kızla evlenme şansımla.) Ancak, biraz daha az istekle okuyor daha fazla müzik dinliyorum.

RB: Bu söyleşi için hazırlanana kadar bir kompozitör olduğunuzu bilmiyordum. Ne tür bir müzik besteliyorsunuz? Hangi enstrüman(ları) çalıyorsunuz?  Okuyucularımız çalışmalarınızdan herhangi birisini bilir mi?

HD: Aslında gerçekten hiçbir enstrümana kumanda edemedim. Çok küçük bir çocukken (beş) kemana başladım ve özel bir yetenek göstermedim. Daha sonra küçük bir piyano ve yirmilerimde de klasik gitara başladım.

Ancak 13 yaşındayken kompozisyon ve orkestrasyon üzerine kitaplar okuyarak nasıl müzik yazılacağını öğrendim ve On üçüncü vokal parçaya kadar  müzikal bir setting kompoze ettim, borulu org ve koroyla müthişti.  (Herhalde pek iyi değildi.)

Yirmilerimde, bazı parçalar yazdım, biri büyük orkestra için, – ağıt formunda bir prelüd- basıldı ve hala çeşitli orkestralarca çalınır. Sonra 1958’de bir piyano parçası, Americu label’den elde edilebilir,  John Bell Young tarafından çalındı.

Onun uygun biçimde çalındığını işitmek benim için büyük bir heyecandı çünkü çalmak için yeteneğimin üstünde yazdım. Sonra birkaç yıl önce Yo Yo Ma için bir çello parçası yazdım, onu ilk temsili St. Louis Senfoniyle yaptı.

RB: Ölmek hakkında düşünüyor musunuz? Günün birinde ölme gerçeğiyle barıştınız mı?

HD: On yaşımdan beri ölüm hakkında düşünüyorum. Bu düşünceler büyük ölçüde evrimlendi ve bu spekülasyon ve çok okuma bir tür teolojiye vardı.

Pek çok dindar insan dogmaları kabul edemediğim için bir ateist olduğum sonucuna vardı. Ben bir ateist değilim. Ben bir tür “Şu andaki tek üyesi ben olduğum tek bir Gerçek Kilise vardır” diyen Thomas Carlisle pozisyonundayım.

Açıklaması karışık olabilir ama (a) evrenin yaratılmamış bir yaratıcı tarafından meydana getirildiği sonucuna vardım ve bu varlığa ne ad vermek isterseniz verin- Brahma, Tanrı, Allah, Jupiter, Zeus, Thor, Wotan ya da Aten- bu kaçınılmaz.

“Evren kendini yaratmıştır”  gibi şeyler söyledikleri bilinen, adanmış ateistler, Tanrıya yalnızca başka bir ad (Evren) vermekle yüzleşirler. Bu, temel felsefe sorusuna geri döner: Neden hiçlik yerine bir şeyler var?

Ve (b) Bu engin kozmik alan bize düşman değil. Sık sık bu muazzam kozmozun bir parçası olduğum için yoğun bir minnet duygusu hissediyorum ve korunacağımı duyumsuyorum. Ayrıca, şimdi inanıyorum ki hayali ölüm gibi bir şey yok. Akıl yürütülmesine karşı çıkmayan pek çok farklı açıdan bir tür din oluşturdum ve hala bazı büyük düşünürlerin –din felsefecileri, filozoflar ve bilim adamları- genellikle paylaştıkları yolları izliyorum (Bir gün bunu geniş olarak yazmayı düşünüyorum.)

RB:  Öbür dünyaya inanıyor musunuz? Eğer öyleyse, nasıl bir şey?

HD: Evet, ancak 20.000 sözcükten daha az bir sözcükle açıklanamayacak bir şekilde.

RB: Yaşamın amacının ne olduğuna inanıyorsunuz?

HD: “Yaşamın amacını” bulma bir anlamda evrenin ne için olduğu (ya da Dr. Thomas’ın “Yaşlı insanlar ne içindir?”) sorusunu yanıtlamaya benzer. Sanırım kendi bireysel yaşamınız için amaç ya da amaçlar edinebilirsiniz, ama yaşamın kendi amacı nedir, kesinlikle benim bu konuda yorum yapma yeteneğimi aşar.

RB: Gençliğinizden bu yana dünya daha mı iyi yoksa daha mı kötü?

HD: Dünya aşağı yukarı aynı. Uzun erimde olasılıkla gelişme olacak. İnsanların kurban edilmesini, kralların kutsal yönetme hakkını, düelloyu, yerine mahkemeyi koyarak- sonlandırdık.

Ancak, bu uzun erimli bir şey ve bazı hoş olmayan geriye dönüşler var –Adolph Hitler ve Josef Stalin gibi. Ve bugün bile, zalimlik ve aç gözlülük insan ilişkilerinde istediğimizden daha çok rol oynuyor.

RB: Nasıl yaşlandıkları konusunda kimlere hayranlık duyuyorsunuz?

HD:100 yaşına ulaşarak George Burns’ün oldukça iyi bir iş yaptığını düşünüyorum. Onun mizah duygusu, karısının anısına gösterdiği büyük saygı ve genel yaklaşımı örnek alınacak türden.

RB: Yaşlanmanın en iyi kısmı nedir? Ve en kötü kısmı?

HD: Yaşlanmanın en iyi kısmı fiziksel güçte düşüş, beceride azalma ve ölümle yüzleşme zorunluluğunu dengeleyen zevk alma, tadını çıkarma, eskilerden konuşma becerisini arttırmada sonu olmayan potansiyeldir.

En kötü kısmı yaşlıların ayırımcılığın ve ihmalin hedefi olmasına yol açan sosyal davranışlarımızdır.

RB: Herkesin bilmesini ve önemsemesini istediğiniz yaşlanmayla ilgili öğrendiğiniz bir ders nedir?

HD: Derslerden biri,  yaşlanmanın kendisi kötü değildir. Savaşmamız gereken şey yaşlanma değil, sakatlık, hastalık, yalnızlık ve ayırımcılıktır.

RB: Gelecek için planlarınız nedir?

HD: Benim için gelecek torunlarımın çocuklarının büyümesini görmek, yazmak, okumak, müzik ve sanattan zevk almak, üstüne çıkabildiğim sürece ata binmek, glider’ımla uçmak, seyahat etmek, konuşmalar yapmak ve parçası olmak ayrıcalığına sahip olduğum yaşam ağına kafa yormak.

Ronni Bennet, http://www.timegoesby.net/weblog/2005/02/hugh_downs_part_1.html

“Diğer seçeneği düşünürseniz yaşlanmak çok da kötü değil.”
~ Maurice Chevalier