yeni başlangıçYaşam Beklentisi

Zengin ülkelerde katlanarak artan 85 yaş üzeri kişi sayısı, insanın yaşam süresinin uzadığının tartışılmaz bir kanıtıdır.

En saygın toplumlar, köklerinin ve ruhlarının canlı tanıkları olan yaşlılarına nasıl davrandıklarına göre değerlendirilecekler.

Yüz yaşını geçenler üzerinde yapılan araştırmalar, olağanüstü genetik yapılarının ne yazık ki onları ileri yaşın elverişsizliklerinden korunmadığını gösteriyor. Bu kişilerin yarıdan fazlası, özellikle de kadınlar, yarı-bağımlı halde, yatakla koltuk arasında küçük bir yaşam sürüyor.

Anlaşılan kadınları biyolojik olarak güçlü cinsin şampiyonları kılan yaşam beklentisi, onlara her zaman yaşam kalitesi açısından bir üstünlük sağlamıyor. Dayanıklı erkekler (yedi kadına bir erkek) genellikle yüz yaşını geçmiş sağlam adamlar oluyor. Bu, erkek araştırmacılarımız tarafından verilen zayıf bir cinsiyet rövanştır.

Anne-Baba / Kız Arasında İlişkiler

Anne-kız çifti arasındaki ilişki öylesine yoğun ve karmaşıktır ki, bazı şeyleri açıkça görmek oldukça zordur: annenin etki alanından asla çıkılamaz.

Genellikle kızlar (özellikle de içlerinden biri), annelerinden coğrafi olarak çok uzaklaşmaz ya da emekli olur olmaz ona yakın bir yere gelir. Yükümlülükleri, hem evlat hem de büyükanne olan bu kadınları, sevgi, görev ve zevk arasında çekiştirir durur.

Kız çocukla yaşlı baba arasındaki ilişki, farklı bir türdendir. Erkeklerin yaşam beklentisi açısından, daha zayıf cinsiyet olması nedeniyle bu ilişki türüne daha az rastlanır ama hiç yok değildir ve gelecekte de gelişecektir.

Yaşlı baba karşısında bu annelik görevi kızlara baştan yazılmıştır. Çocukların hepsi erkekse bu görevi içlerinden biri üslenecek, ancak bunu eşinin değerli yardımıyla yapacaktır.

Bir erkeğin yaşlı babasına verdiği destek genellikle kardeşler arasında paylaşılır, ya da kavgalı olunması halinde, yerleri gelin tarafından doldurulur.

Bağımsız Yaşama Becerisinin Kaybı/Hastalıklar

80 yaşından itibaren fiziksel ve ruhsal bağımlılık bireylerin % 30’u için hızlanır. Bizi hep birlikte “Yaşlılığın bir deniz kazası olduğu” düşüncesine iten iç açıcı bir perspektiftir bu.

Yaşlılık hekimliği (geriatri), önce yaşlılığa bağlı bunamadan söz etti, sonra bunama belirtileri teriminde karar kıldı. Bunamaya dair genel terimler silinip belirtilere ya da basitçe, hastalıklara dönüştü. Hasta olmak, nezle olanı, kanserliyi ya da Alzheimer hastasını tanımlayabile genel bir terimdir. Her hastalık için uygun tedaviye ihtiyaç vardır ve bunların hiçbiri utanç sebebi değildir.

Bunamaya getirilen genel nörolojik açıklama eksikliktir: bağlantıların, nöromedyatörlerin, beyin kitlesinin artık yeterli miktarda olmaması… Bu karanlık tanımlamaların çelişkisi, akıl sağlığı yerinde olan güçlü-kuvvetli yaşlıların da aynı buruşmuş beyinlere sahip olmasıdır. Bütün nörolojik araştırmalara rağmen hastalığın kaynağı hala bilinmiyor.

Yaşlandıkça, tehlike de etrafımıza daha fazla dolaşır oluyor. Ama yaşamak her zaman bir tehlike payı içermez mi zaten?

Alzheimer hastalığı gibi bunalımların tedavisi henüz yok ancak bir grup çok farklı bakım türünün hastalığın acılarını azaltabileceği de aşikârdır.

Medyatik bazı hareketlere rağmen, zengin devletler yaşlıların bakımını aileden gelen yardımcılara bırakarak üzerlerine düşen sorumluluktan kaçıyorlar. Aile üyeleri, sevgi ve görev duygularıyla beslenen sadık bir alçak gönüllülükle dayanılmaz olanı sessizce üstleniyorlar.

Yaşlılar da her zaman Noel masallarındaki tatlı, neşeli ve hassas resimlere benzemezler. Bakıcılarının bütün vaktini almak isteyen, sürekli sızlanan, başkasının acısına duyarsız, gençleri kıskanan, cimri, kendi bedenine dönük, günde yüz kere yardım çığlıkları atan, sürekli yakınlarını sömüren kişiler olabilir ya da bu hale gelebilirler. Onurlu ve sessiz yaşlı kahramanlara nadiren rastlanır, üstelik dayanması çok zor olan bu aşırılıklar sık sık ortaya çıkar.

Huzurevi kararını vermek… Önemli bir yardım ve bakım düzeneği kurulmuş olsa bile, evde bakım sonsuza dek sürmez. Bakımı üstlenenler sık sık kaygılarını ve bu bakımın zayıflıklarını ifade ederler. Anne babasını huzurevine yatırma kararını vermek de ayrı bir etaptır. Giderek ağırlaşan bakımın tıbbi, sosyo-ekonomik ve psikolojik sınırları aileleri köşeye kıstırır.

Her türlü olasılığı değerlendirdikten sonra aileler son çare olarak gördükleri çözüme mecbur kalırlar. Ebeveyn bu karara bazen çok sert tepki verir: onu evinden ayırmak, köklerinden, kimliğinden koparmaktır, onu “herkesin başından attığı bir sürü ihtiyarın ölümü beklediği bir huzurevine atıp terk etmektir”. Tıbbi hizmet de verilen bakımevlerinin niteliklerini belirtmek için kullanılan güvenlik ve tedavi ortamı savlarına rağmen, huzurevlerinin ölüme terkedilenlerin bırakıldığı sefil bir yer olduğu fikri kolay kaybolmuyor.

Zor ikna olmuş ailelerle müstakbel huzurevi sakinleri, huzurevine yatma kararını da ancak mecbur kaldıklarında, zoraki alırlar. Huzurevine yatmak, karşıt sevgi ve nefret duygularıyla onlara bağlı suçluluk hissinin de önüne geçer. Anne-babasına bakmak ya da onu terk etmekle ilgili sorunlar herkes için ortadan kalkar. O artık “yerleştirilmiştir” ve böylesi daha iyidir.

Devam edecek…

*Philippe Hofman: EMEKLİLİK: Yeni Bir Başlangıç (Keşifler, İmkânlar, Fırsatlar)

Özet: Halit Yıldırım

“Gençlik doğanın hediyesidir. Yaşlanmak ise sanat eseri.”
~ Walter Wincher