bedelGeçenlerde flört alemine daldım. Ne deneyimli bir flörtçüyüm ne de özellikle rahat yapabileceğim bir şey bu benim için. Grup toplantılarında ve halk forumlarında iyiyim ama flört konusunda fazla sınırlayıcı bir şey var. Sanki tuzağa düşmüşsünüz gibi. The Great Gatsby’de Jordan’ın haykırdığı gibi “Büyük partileri seviyorum, çok mahremler. Küçük partilerde hiçbir mahremiyet yok.”

Aslında, (oldukça) yabancı biriyle çıkmak için ve eğer işler kötü gitmeye başlarsa ya da durum yalnızca sıkıcıysa ve belirli sosyal zorunluluklar bitmeden kaçmak için bir çıkış yoksa belli bir düzeyde güven sahibi olmak zorundasınız. Ben bir insana “Hımm, gerçekten sıkıcısınız ve çantanızdan çıkarabileceğiniz beni etkileyecek, hayalimi yakalayacak ya da biraz kimyasal değişim başlatacak bir oyununuz bile yok ve ben gerçekten pijamalarım içinde Ken Follet ya da Sylvia Plath okuyarak evimde olmayı tercih ederdim, dolayısıyla eğer beni bağışlarsanız ordovr tabağımın tam ortasında da olsa masadan ayrılmak istiyorum… ” demeyi isteyecek tipte bir insan değilim.

Bununla birlikte… Bir “Umrumda değil” yaşam anımda görünüşe göre umrunda olmayan birisiyle bir iletişime girdim ve ne oldu bilemezsiniz;  kapsamlı, çok samimi, parlak bir dürüstlükte güncel olaylar ve hava dışındaki her şey konusunda bir sohbet gerçekleştirdik. İkimizin de ilişkilerimizin olduğu ortaya çıktı ve paylaşımımızda bir noktada her ikimiz de insanların seks istedikleri için ilişki sahibi olmadıklarını, biriyle bir ilişki ya da duygusal bağlantı aradıkları için ilişkileri olduğu konusunda aynı fikirde olduk. Kuşkusuz sohbet ilerleyince konu ikimizden birinin bunu gene yapıp yapmayacağına geldi ve yankılanan yanıt “Hayır!” idi.

İlişkiler korkunç ve güzel ve acı dolu ve süperdir. En azından benimki öyleydi. Kendimi çok fazla yalnız ve görünmez hissettiğim bir yaşam zamanımda uzun bir dostluktan evrimlenmişti. O kişi, yoğun bir annelik ve ev kadınlığı ve orta yaş ve tamamlanmamış fırsatlar ve tutkular ormanında kaybolduğumda beni gördü, beni duydu ve kişiliğimi onayladı.

Kocam herhangi bir yanlış yapmadı ya da bilerek isteyerek beni uzaklaştırmadı ancak pek çok çift gibi biz de  insan olarak bizi temsil etmeyen rollere ve kalıplara sokulmuştuk. Kızgınlıklarımızı, hoşnutsuzluklarımızı itiraf edececeğimiz ve konuşacağımız yerde biz, en azından ben, başka bir erkeğin kollarında onaylanma aradım.

Ödeyeceğim duygusal bedeli ve ikincil zararları bilmiş olsaydım seçimimi farklı yapabilirdim. Aşk ilişkimin deneyimlerini ve duygularını azaltmak ya da düşürmek için değil. Aşk için. Diğer başka herhangi bir neden için bunu yapmazdım. İlişkim sırasında, ki pek çok mevsim boyunca dayanan bir ilişkiye evrimlendi, endişeden gerilmeler ve umutsuzluk ve boşluk kadar parlaklık ve mutluluk ve delicesine sevme dönemleri de vardı. Bir bilinciniz ve bir ilişkiniz varsa sanırım bu ikisi birbirine geçiyor.Ve beyniniz ve kalbiniz çelişen duygular ormanında birbirini bozuyor, yaşamınızda başka bir şey için çok az bir yer oluyor. Ben ya çok mutlu ya da pişman; ya coşkulu ya da bunalmıştım; aşktan ya da nefretten. İşlerim kaldı. Yemek yapılmadı, çocukların ödevleriyle ilgilenilmedi, dişçi randevuları unutuldu. Her şeyin üstünde olan bir durumdan hiçbir şeyi kontrol edemez duruma düştüm, özellikle de duygularımı. Kalbimin etrafına bir koruma duvarı inşa etmek zorunda kaldım, onu sevdiğim insan için tutmak ve evlendiğim adamın herhangi bir yerime ulaşmasını izin vermemek için, aynı anda iki kişiyi “aldattığımı” düşünmeyeyim diye. Böyle sürdürmek çok bunaltıcı oluyordu.

Sanırım insanların büyük çoğunluğu eşleri dışında biriyle ilişkiye başlamadan önce kendilerini bir umutsuzluk noktasında bulur. İlişki, mutsuzluğa ya da sıkıntıya ya da olgunlaşma sürecinde hiç düşünülmeyen günlük angaryaya bir alternatif sunar. Bize belirli şeyleri yapmamız, bu yolu aramamız, bu kriterle kıyaslama yapmamız ve iyi olacağımız söylenir ancak hiç kimse işler iyi gitmediğinde özellikle de yüzeyde şikayet edecek bir şeyimiz yoksa uygun bir reaksiyon ya da hareket şekli konusunda herhangi bir rehberlik vermez.

Bir şekilde belki birine bağlanarak kendimi bulmaya çalışıyordum. Güzel, dinamik, cinsel bir varlık olarak onaylanmam ilişkinin mutlu bir yan ürünüydü, özellikle de yoga giysileri içinde, çocuk bezi çantalarıyla ve Gap’ten alınmış lekeli giysiler içinde yıllarca bunalmış durumda olduktan sonra. Kendime maceracı ve tutkulu ve spontan olduğumu söyleyebilirdim -çoğunlukla çocuk oyun buluşma ortamlarında, öğretmen konferanslarında ve iş yemeklerinde gömülü kalmış belirleyiciler. O zaman anlayamadığım şey aslında kendimi en önemli bulduğum kişisel değerlerden –dürüstlük, güvenilirlik ve bir durumda bütünüyle var olma yeteneği- uzaklaştırıyordum.

İlişkimin bedelini çok kişi ödedi, en fazla da ebeveynlerim ve çocuklarım. Hareketlerimin sonuçlarını bugüne dek de hissetmeye devam ediyorum. Ben boşandım, kendi başıma çocuklarımla oldukça huzurlu bir şekilde yaşıyordum ancak çevremdeki herhangi bir hareket ya da bir yorumun “eğer …. olsaydı” düşüncesiyle durumun ne kadar daha az karmaşık ve külfetsiz olabileceğinin beni düşündürmediği bir gün bile geçmiyor.

Asla tekrar bir ilişkimin olmayacağının gerçek nedeni kuşkusuz bu değil. Eğer başka bir erkekle anlamlı bir bağlantı geliştirecek kadar şanslı olsaydım o ilişkinin bizi başkalarının kollarında onaylanma aramayı seçmeye götürecek böyle doyumsuzluk ya da mutsuzluk ya da sıkıntı noktasına getirmesine izin vermeyecek bir sembiyotik ilişki türü olmasını isterdim. Tam bir dürüstlüğe değer veren, işitilmesi zor bir mesajı olsa bile, ve her birimizin diğerine her şeyi –iyi, kötü, tümüyle çirkin- tartışmak üzere masaya koyabilecek kadar güvendiği bir ilişki istiyorum, abartılı bir istek gerçekten, ama kimbilir belki…

http://betterafter50.com/2013/10/the-price-of-my-affair/

“Gençlik doğanın hediyesidir. Yaşlanmak ise sanat eseri.”
~ Walter Wincher